Please Enable JavaScript in your Browser to Visit this Site.

top of page

Ders II: Carl Jung’un Rüya Analizi Semineri-30 Ocak 1929


Ders II: Carl Jung’un Rüya Analizi Semineri-30 Ocak 1929


Carl Jung’un Rüya Analizi Semineri; Ders II, 30 Ocak 1929


Dr. Jung:


“Hatırlarsanız, geçen sefer dikiş makinesinden (sewing-machine) bahsederken bırakmıştık.”


Bay Gibb’in sorusu:

“Geçen hafta, ‘dikiş makinesi’ sembolünü ‘metot’ olarak yorumlamıştınız.

Bu sembolden yola çıkarak yöntemi daha fazla detaylandırıp belirli bir niteliğe kavuşturamaz mıyız? Örneğin, Külkedisi (Cinderella), baloya gitmek için elbise ve ayakkabılarına kavuştu; bunun yolu, perinin değneğini sallamasıydı. Bir rüyanın amaçları için, büyülü bir değnek, bir çek defteri, bir iğne-iplik ve makas seti ya da perinin sihirli bir dokunuşu, yeni bir kıyafet üretmenin ‘yöntemi’ olarak aynı ölçüde sembolik olabilirdi. Ama her bir durumda, sembolün işaret ettiği ilke arasında anlamlı bir fark olmaz mıydı?

Benim vurgulamak istediğim şu: Rüya malzemesinde, kendi belirli mantığı olduğunu varsayıp, onun sembolleriyle önerdiği öncülleri bütünüyle kabul edersek ve bu öncüller veya ilkelerden birine aşırı takıntılı olup onu rüyaya ‘yansıtmaktan’ (projeksiyon) kaçınırsak, rüya malzemesinin kendine özgü bir ‘mantığı’ var diyemez miyiz?

Söz konusu rüyada, dikiş makinesi sembolü bana, olayın ‘mekanik neden-sonuç atmosferi’ni kabul etmemiz gerektiğini düşündürüyor.”


Dr. Jung:

“Makinenin doğası, çok özel bir ‘yöntem’ türünü çağrıştırır. Burada Freud’dan ayrılıyorum.

Bir rüyadaki sembol için ‘Bu sadece bir görüntü, arkasında gizleniyor; esas rüya bu,’ deyip kestirip atamayız. Sembol, rüyada bir gerçeklik (fact) niteliğindedir. Bu rüyada o gerçeklik dikiş makinesidir; rüyaya devam edebilmek için ‘dikiş makinesi’nin ne anlama geldiğini anlamak zorundayız. Sadece ‘Yeni kıyafet elde etme yöntemi’ diyerek geçemeyiz; yeni kıyafeti büyüsel yolla, mistik yolla vs. de elde edebilirsiniz. ‘Dikiş makinesi’ diye özellikle belirtiliyorsa, bu ‘mekanik’ bir yolu —tamamen sebep-sonuç ilişkili ve ruhsuz (soulless) bir yöntemi— vurgular.

Bu makine yolunun ne olduğunu, hastanın çağrışımlarını inceleyerek kavrayabiliriz. Bir rüya sembolü, rüyada ‘ne’ ise odur. Doktor, idrar tahlili yapıp içinde şeker bulunca ‘bu sadece bir görüntü, perde,’ diyemez; bu bir gerçekliktir. Dolayısıyla, Bay Gibb’in işaret ettiği yoldan gitmeliyiz. Henüz dikiş makinesi sembolünün tüm anlamını tüketmiş değiliz; özellikle mekanik bir şey olduğunu söylemeliyim.

Hastanın çağrışımlarında şöyle diyor: ‘Belki de verem (T.B.) kapmış olan o kız, hasta hislerimi (duygularımı) temsil ediyor; karanlık bir delikte yaşamaları gerek. Dikiş makinesinin gerçekte karıma ait olduğunu hissediyorum; ilk sözü onun söylemesi gerektiğini düşündüm.’

Bu çağrışım göz önünde bulundurulduğunda, dikiş makinesi ne anlama gelir?


Cevap: ‘Anatomik bir ilişki, cinsel bir şey sadece.’


Dr. Jung:

“Hastamız, metodu tamamen mekanik şekilde anlıyor ve cinselliğe de böyle bakıyor. Bu, erkekle kadın arasındaki bitmeyen yanlış anlamaların kaynağı. Çoğu erkek için cinsellik tamamen mekanik, psikolojik yönü yokmuş gibi; oysa kadında cinsellikle duygu iç içedir.”


Bay Gibb:

“Bu soruyu sormamın sebebi, sizin rüya malzemesinden sıklıkla ‘irrasyonel’ diye bahsetmeniz; şimdi ise ‘rasyonel’ diyorsunuz.”


Dr. Jung:

“Bazı irrasyonel şeyleri, olgusal gerçekler olarak kabul etmek gerekir. Örneğin, ‘su 4 °C’de en yüksek yoğunluğa ulaşır’ bu bir olgudur, fakat irrasyoneldir. Rüyayı gören (dreamer) bana bu malzemeyi nasıl ele alması gerektiğini sordu, ben de dedim ki ‘Bunları olgu gibi kabul et; olaylar böyle gelişiyor.’ ‘Şeytanın mı yoksa iyi meleğinin mi sana bunu söylediğini bilmiyorum, bekleyip nasıl sonuçlanacağını göreceğiz. Evet, gidip bu kıza âşık olman evliliğini alt üst edecek ve pek nahoş bir durum yaratabilir, fakat duygularını açığa çıkarmak fikrinden müthiş bir çekim alıyorsun. Sabırlı olup izlemelisin.’

Bu zavallı kızın karanlık bir delikte kapalı olması ve hastamızın ‘kurtarıcısı’ (saviour) rolü üstlenmesi onu çok cezbediyor. Bu role kaç erkek direnebilir ki?

Freud’un fikri, rüyanın rasyonel olduğudur. Ben ise rüyanın irrasyonel olduğunu söylüyorum; kendiliğinden ortaya çıkar. Bir rüya, hayvan gibi içeri girer. Mesela ormanda otururken aniden bir geyik belirir. Freud, rüyaların önceden kurgulanmış olduğunu söyler, ben bu fikre katılmıyorum.

Bu rüyanın genel anlamı, üzerinde çalıştığımız şeyin bir devamı: Hastanın duyguları, açıkça ortaya çıkmasına izin vermiyor. Dikiş makinesi karısına aitse, ‘cinsel mekanizma’ da karısına ait. Bu rüya, onu hayli coşturdu; gerçi o kızla aşk yaşamasının sakıncalı yanını da görüyor.”


Bayan Schevill:

“Üç hanım, ‘kadının doğal zihni’ (the natural mind of women) hakkında daha fazla şey duymak istiyor.”


Dr. Jung:

“Geçen sefer annem hakkında örnek vermiştim; kendimi de sakınmadan anlatmıştım. Bu soruyu kendinize sorun. Eminim ki sizin de kara (black) ruhlarınızda bu soruya dair bir şeyler vardır. ‘Doğal zihin,’ yüzeyde asla göremeyeceğiniz bir şeydir, çünkü her kadın, tıpkı erkeğin hislerini kabullenmekten korkması gibi, bu doğallıkla düşünmekten korkar.”


Bayan Gibb:

“Peki bununla nasıl başa çıkılır, eğitilebilir mi?”


Dr. Jung:

“Hayır, sadece orada olduğunu kabullenmek gerekir; hayale kapılmamak gerek. Eğitmeye kalkışırsanız onun içine düşersiniz. Ona dokunulamaz, canlı bir elektrik hattı gibi. Bir erkek, her türlü günahkâr düşünmeyi itiraf edebilir ama duygularını asla; bir kadın da düşüncelerini öyle itiraf edemez.

H.G. Wells’in Christina Alberta’s Father kitabında güzel bir örnek vardır. Kız, gündüz saçma sapan işler yapar, akşam bir tür ‘vicdan mahkemesi’ kurar; bu mahkeme, gün içinde ne yaptığını ona hatırlatır. Bu, acımasız bir düşünme şeklidir; kaçamaz. Zihninizde böyle bir ayrılık olduğunu kabul etmelisiniz. ‘Doğal zihin’e yapılacak tek şey onu kabul etmektir.

Hepimiz tek bir Tanrı’ya, tek bir ruha sahip olmak isteriz; yaşamın ikiciliğinden, karşıtlıklarından, içimizdeki bölünmeden (dissociation) kaçmak isteriz ama yapamayız. Bir yanda masum gibi görünen haliniz var; öte yanda doğal düşünüş var. Genç insanlar bunu görmekten haklı olarak kaçar; ama yaşlılar, kendilerinin, dünyanın vb. muğlak (ambiguous) olduğunu anlamalı. Bu, bilgelik için bir başlangıçtır, şüphe etmeye başlamak önemlidir. Yaşamın değerinden kuşku duymak, kişinin kendini dünyadan çözmesi bakımından önemlidir. Gençler şüpheyle yaşayamaz; hayata derin şüphe duyarsanız dünyaya atılamazsınız. Ama olgun bir insan, dünyadan biraz daha kopuk olmalıdır.

Hayatın ortasını geçince bu gayet normaldir. Bir erkek erken yaşta ‘tutunmayı’ yitirirse dağılır. Daha sonra yeni bir tutum geliştiremezse, etrafa musallat olur.”


Dr. Shaw:

“Kadının bu ‘doğal zihin’ tipi düşüncesi, animus düşüncesi (animus thinking) mi?”


Dr. Jung:

“Kadın, animus sayesinde bu tarz düşünceye ulaşır ama onu kabul ederse kendi olur, böylece animusu güçsüzleştirir (depotentiate). Kadının animusu, zihninin genişlemesi pahasına her zaman güçlüdür. Kadının zihni genişledikçe animus o oranda güç kaybeder; böylece kadın bilinçlendikçe o tür düşünceyi şüpheli görmez; normal biçimde düşünür.

Bir kez bunları ‘güçten düşürdüğünüzde’ (depotentiate) güçlerini yitirirler; bir tür ‘Maya perdesi’nin (veil of Maya) parçası olurlar. İlkel dünyaya geri dönseydiniz, içinizde pek az, dışında ise çok şey bulacaktınız; her an her şey olabilirdi, ağaçlar konuşur, hayvanlar garip şeyler yapar, hayaletler belirirdi. Şimdi bilincinizi artırırsanız bu fenomelerin hepsi yok olur; aslında onlar, sizin kendi düşüncelerinizdi. Artık ağaçlar konuşmaz, hayaletler dolaşmaz. Bu, insanın ilerlemesidir; dış dünyayı güçten düşürür (depotentiate). Geriye ‘mutlak Tanrı’ fikri, ya da anima ve animus gibi figürler kalır. Bilincinizi artırdıkça bu varlıklar azalır.

Doğu da bunu söyler. Onlar yaşama deneyiminin sürekliliğinden o sonuca vardı; ben psikoloji aracılığıyla vardım. Beni çoğu kez ‘materyalizmle’ suçlarlar ama bu hiç de materyalizm değildir; sadece ‘psişik’ dediğimiz şeye önem veriyor. Psikenin (psyche) ne olduğunu en ufak fikrimiz yok. Kendimizin ne olduğunu da tam bilmeyiz, bu konuda ‘biliyoruz’ demek çocuksu olur.”


Bayan Schevill:

“Yine de ‘kadının doğal zihni’ hakkında daha fazla örnek vermediniz. Hepimiz kabul ediyoruz ki verebileceğimiz örnekler var ama çok kişisel oldukları için dile getirilemiyor.”


Dr. Jung:

“İşte sorun da bu. Bir kadının gerçek düşüncelerini (iç dünyasını) ifade etmesini asla sağlayamazsınız; tıpkı bir erkeğin gerçek duygularını tam olarak anlatamaması gibi. Bu konuların örneklerini paylaşmak, her zaman tam özüne dokunmak demektir. Elimde bir sürü örnek var ama hepsi çok kişisel. Sizi ya da tanıdığınız birini ilgilendirir; bu asla olamaz. ‘Doğal zihin’ çok doğrudan, özü ilgilendiren bir şey.

Sıklıkla oğul, annesinden ilk defa doğal zihin kavramını öğrenir. Farklı bir açıdan bakarsak, eğer oğlan güçlü ve ‘yaramaz’ (full of the devil) ise buna direnebilir; değilse bunun altında ezilebilir, zehirlenebilir. Anneler, doğal zihinlerini oğullarına salıvererek onlara zarar verebilir.

Ben küçükken babam belirli bir şehirde papazdı; orası dar görüşlülüğüyle ünlüdür. Orada yaşamış olsaydım tamamen boğulurdum. İnsanlar, atalarının yüzlerce yıldır yaşadığı evlerde oturuyordu; duvarlarda Albrecht Dürer ve Holbein gibi ressamların tabloları asılıydı. En iyi arkadaşlarımdan birinin kütüphanesi, 1680–1790 arasına aitti, öylece kalmıştı, hiç yeni kitap eklenmemişti. Bu hayatın atmosferi son derece çekiciydi. ‘Doğal zihin’ der ki: ‘Bu çocuğun buradan kurtulması mümkün değil.’ Tabii, ben yaşamımı sil baştan kurmak zorunda kaldım, büyük çaba verdim.

Hayatımın çok kritik bir döneminde, çok çalışıyordum; annem beni ziyarete geldi. Beni sever, yardım etmek isterdi ama doğal zihniyle beni sarsabilirdi. O zaman ‘çağrışım testleri’ üzerinde çok yoğun çalışıyordum; duvarlarım grafiklerle kaplıydı. Annem aniden çıkageldi, duvarlarıma bakıp ‘Bunlar gerçekten bir şey ifade ediyor mu?’ dedi. Söylediği şey, havada süzülen ince bir laftı ama benim omzumda tonlarca kurşun gibi durdu; üç gün kalem oynatamadım. Zayıf bir çocuk olsaydım, ‘Tabii bir işe yaramıyor’ deyip bırakırdım. Annem, ‘Seni çok seviyorum, kötü bir niyetim yoktu,’ diyebilirdi ama insan medenî bir yaratıktır ve en büyük tehlikesi ‘doğa’dır. Pek çok erkek sadece duvara çizilmiş bir silüet gibi kalır; içlerindeki ‘şeytanlar’ öldürülür; anne, o ‘doğal zihin’le hepsini yemiştir. İyi bir anne, oğlunda bu doğal zihnini kullanmaz; iyi bir baba da kızına karşı ‘doğal duygusunu’ aynı şekilde kullanmaz.

Ben büyük bir öfke nöbeti geçirdim ve sonra tekrar çalışabildim.”


Sonraki Rüya [3]:

Hasta diyor ki:

“Yukarıdan bakıyormuşum gibi bir buharlı silindir (steamroller) görüyorum. Makine işliyor ve belli bir desende —labirent benzeri— yol yapıyor gibi. Rüyada ‘Bu benim analizim’ diye düşünüyorum; sonra, sanki daha önce yukarıdan baktığım resmin içine giriyorum. Ormanda yolun çatallandığı (bifurcation) yerde duruyorum, hangi yoldan gideceğimi bilmiyorum.”

Başta buharlı silindirin çizdiği ‘arabesk’e pek dikkat etmemiş. Üstten bakma konusunda çağrışımı: “İnsan yukarıdan bakınca olayların gerçek ilişkilerini, daha az kişisel görür; yaklaşınca makine baskın gelir.”

Makine hakkında der ki: “Teknik bir yazıda okumuştum, bu makinelerle kısa sürede makadam (macadam) yolu yapılabiliyormuş.”

Arabesk çağrışımı: “Bir yere varmayan yollar inşa etmenin bir mantığı yok.” (Ben, ‘Belirli bir desende inşa ediliyor olabilir, bir yere varıyordur,’ dedim.) O, “Bu desen, bir bilmece gibi görünüyor. Belki gerekli sabrı gösterirseniz bir hedef bulabilirsiniz, belki analizde bir yere varmak istiyorsam sabırlı olmam gerektiğini ima eder. Yolun çatallanması, önceki rüya üzerine yaptığımız sohbetten kaynaklı olabilir. Doktor bana, ‘Sorun fazla zorsa analize devam etmek zorunda değilsin,’ demişti.”

Görünüşe bakılırsa, kendisine direnç hissedip etmediğini ve devam etmek isteyip istemediğini düşünmesini söylemişim. Rüyadaki ‘ormana’ dair şu çağrışımı yapıyor: Dante’nin İlahi Komedyası (The Divine Comedy). Ortaçağda bilinen bir semboldür; bilinçdışına iniş demektir. Dante yolunu kaybeder, sonra bilinçdışına iner. Hasta, 1450 civarında yazılmış bir hikâyeyi de hatırlıyor: Kara Orman’da yolunu kaybeden bir keşiş; rehberi olarak bir kurt beliriyor ve onu Aşağı Dünya’ya götürüyor.

Bir şey çok dikkat çekici: “Makine” motifi zihninde. Bir sonraki rüya, önceki rüyadaki meseleyi yeniden ele alıyorsa, önceki rüyanın yorumu bitmemiş demektir. Onun sorunu ‘cinsellik’ meselesi. Bir adam acil bir noktaya yaklaşırsa rüya her zaman ‘cinsel’ olarak ifade eder. Bilinçdışı, “Cinsellik ne olacak şimdi?” der; sorun henüz bitmemiştir. Erkek, aktif ve acil cinselliğiyle yüzleşmek zorundadır. Kadında bu böyle değildir; hayatın ikinci yarısına kadar öne çıkmaz. Başlangıçta öyle olmaz. Erkekte ise cinsellik, olması gerekenin itkisi (urge) için sembol haline gelir.

Onun makinenin üstünde konumlanması, ‘daha az kişisel, daha az zorlanma’ anlamına gelir. Kendisini ve sorununu dışarıdan Mr. ve Mrs. Karınca olarak görebilse, karıncaların cinselliğine dair tartışmasını, Mr. Karınca’nın başka bir karıncaya ilgisini… o zaman rahatlıkla bakabilir. Hatta bir buharlı silindir bile uçaktan bakınca küçük görünür; her şey bir Lilliput dünyası olur.

Yakındayken makinenin gücünü, kirini, gürültüsünü, kargaşasını görür ama onun ne yaptığını göremez. Oysa yukarıdan bakınca, onun oluşturduğu simetrik deseni fark edersiniz. Bir rüyada bir desen varsa, mutlaka belli bir anlam (sense) içerir. O, “Anlamsız gibi görünen desen aslında bir labirent,” diyor. Kafasına şunu sokmalı: Bir kez oraya girince çıkış yok. Bu yüzden kaçınıyor. Kimse çıkışı olmayan bir yere girmek istemez; ama tam da bu durumla yüzleşmeli. Analize girecekse, o yolu aşması gerektiğini anlamalı; kendisinden kaçış yok. Böylece, “Bu analiz,” diye düşünüyor.

Rüyanın sonraki kısmında yol ayrımında (bifurcation). Devam mı edecek? Kendini bir ormanda fark ediyor, İlahi Komedya gibi. Bu, insanın “ilahi komedyası.”

Hasta, çizimde yolun herhangi bir yerden başlayabileceğini, sonunda buharlı silindirin yaptığı yoldan çıktığını, kendi ayaklarıyla oluşturduğu spiral bir patikada olduğunu fark etmiş. Tüm plan simetrik: Dış kısımda karmaşık yollar var ama bunlar net bir desen sunuyor; içteyse onun kendi ayaklarının oluşturduğu bir spiral. O, kederi ve sevinci yaşayan, iki hareketi birden yapan adam; yukarıda da en dipte de o var. Gilgameş’te en büyük sevinç ve en derin keder vardır; en yüksek zirvelere yükselir ve en dip derinliklere iner. ‘Tam yaşam’ fikri, yüksekten alçağa, alçaktan yükseğe devasa salınımlardır; dışadönüklükten içedönüklüğe ve tersi. Hayat bu zıtlıkları içermezse sadece düz bir çizgi gibidir; nefes almamak gibi, yaşamamak gibidir. Yaşam ritim halinde—diastol ve sistol—yaşandığında bir bütündür, tamamlanmaya yaklaşır. Rüyayı gören, kendini üç boyutlu (zaman boyutunu da katarak) değerlendirirse, içeri-dışarı salınım vardır; ama ‘ebediyet açısından’ (sub specie aeternitatis) bakarsa, yaşamın sularında asılı kalmış bir hücre gibi ileri-geri soluk alıp verir. Buharlı silindir, yaşamın ritmik niteliğini yerine getirdiğinde, içeri-dışarı salınım kendi yoluna sapar ve spiral olur. İç kısımda insan artık içeri-dışarı devinimden vazgeçebilir; ritim bitkiye benzer hale gelir. Bu desen, son derece anlamlı bir şeyi öne sürüyor. Rüya adeta diyor ki ‘Sen kahramanın mitolojik durumundasın, Herakles gibi. İlahi Komedya ormanındasın.’ Dante’nin nasıl cennetten cehenneme, cehennemden cennete salındığını hatırlayın.

Rüyalar hayranlık uyandırıcıdır. Tıpkı bir büyük sanatçının dramı nerede kesiyorsa orada keserler. Bu adamın kader sorusu ortaya kondu: ‘Kahraman mısın? Hangi yolu seçeceksin?’ Onun cevabını beklememiz gerekir.”


Bay Gibb:

“Zaten ormanda kaybolmadı mı?”


Dr. Jung:

“Peki, kaçabilir mi? Sence kaçar mı?”


Bay Roper:

“Dış desenlerdeki yollar hiç kesişmeden durmadan iç içe geçiyor.”


Dr. Jung:

“Henüz tüm olasılıkları bitirmedik. En az iki melodi var. İkinci bir hat da dokunmuş, daha az geniş salınımı var; biri büyük, diğeri küçük. Tam olarak neyi işaret ettiğini bilmiyorum. ‘Yaşam ritmi’ varsayımım doğruysa, dalga boyu ve genliği farklı iki salınım vardır. İki genlik. İnsan aktif ya da pasif, eril ya da dişil yaşayabilir. Bir adam, kader tarafından sertçe sarsılır, tamamen değişir ve dişil hale gelebilir; çünkü onda da dişil dalga boyu mevcuttur. Erkek dalga boyu daha aşırıdır; kadında daha az. Kadın daha seyrek kontrolünü kaybeder, dünyada kendini yitirmez. Kaybederse de tamamen yitirir; ama bu nadir. Erkek, dış dünyaya daha çok açılıp uyum sağlamak zorundadır; riskleri fazladır. Kadınlar çoğu kez, kocalarının iş dünyasındaki davranışlarını görünce hayatlarının şokunu yaşar.”


(Kaynak: C.G. Jung, Dream Analysis Seminar, Lecture II, 30 January 1929, ss. 93-102.)



Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız. 


Büyük Sır Üstadı serisi 4 kitap birarada

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Bu blog içeriği konusunda her türlü istek ve şikayetinizi aşağıdaki e-postaya yazabilirsiniz.

©2024 Bilinçdışı Yayınları A.Ş.

bottom of page