Ders 6: Rüya Analizi Semineri - 19 Haziran 1929
- Nazlı
- 25 Şub
- 11 dakikada okunur

Rüya Analizi Semineri
Ders VI
19 Haziran 1929
“Hasta’nın ensest rüyasının tatmin edici bir yorumuna ulaştığımızı söyleyebilirim. Herhangi bir soru var mı?”
Dr. Gilman:
“Rüyasını yorumladığınızda adam ne kadar sarsıldı?”
Dr. Jung:
“Ah, hiç sarsılmadı, çünkü bunu fark etmedi.
Bazı durumlarda, farkındalık ancak uzun bir süre sonra gelir.
Ne kadar kör olabilecekleri şaşırtıcı.
Bu, adamın bilinçdışının ona ilk defa bir nakavt darbesi indirmesi ve ben ona şeker kaplı bir hap vermeye çalışmış olmamdır.
Herkesin, uykusunu aşırı asidik bir farkındalığa karşı koruyan anafilaktik bir sistemi vardır; ben, Protestancı duygudan, durumu üzerine sürtüp bastırmam gerektiği hissine sahip değilim.
Bir hastanın belirli şeyleri fark etmeye başlaması gerektiğini düşündüğümde ısrarcı olurum.
Bu hastanın farkındalığı tamamen teorik düzeydeydi.
Böyle insanlar, anlamlandırma yetenekleriyle övünürler.
Eğer ona, “Öldürücü bir içgüdünüz var” deseydim, “Evet tabii ki, hepimizde vardır” derdi; fakat onun, aslında karısının başına şişe kırabileceğini düşünmesi imkânsız olurdu!
Bir düşünce tipi, düşünceyle değil yalnızca hisle sarsılır.
Hiç kimse, bir his tipi kadar hisle sarsılmaz; çünkü o, duygusunu yönetir.
Bu, onun yeteneğidir; onu, diğer insanlarla bağlantı kurmak için kullanır.
Bir düşünce tipine, ancak onun duyguları üzerinden ulaşabilirsiniz, çünkü o noktada savunmasızdır.
Biz, üstün işlevimizde savunmasız değiliz.
Sanki o, canlandırımsız, ucuz, çok az kan içeriyor; donuk ve kalın derili, fakat insanlara saldırmakta ve belirli sonuçlar üretmekte çok zekidir.
Bu, değerli bir araçtır, ama kendi başına çok duyarlı değildir.
Bir düşünce tipinin düşüncesinin derin olduğunu varsaymak büyük bir yanılgıdır.
Aslında durum tam tersidir; ancak yalnızca aşağı işlevle karıştığında derinleşir.
Ve his tipi için de benzer bir gerçek geçerlidir.
Hastamız, ensest meselesinde bir şey olduğunu fark eder; fakat oradan duygusunu ortaya çıkarmak oldukça uzun bir yol.
O, nevrotik bir vaka değildir; ben onu zaman zaman görüyorum.
Farklı duyguların ne olduğunu anlamaya başlaması yaklaşık iki yıl sürdü.
Size, ilk defa hislere yaklaşmaya çalıştığında neredeyse analizi durdurduğunu söylemiştim, bu yüzden ensest rüyasında duygunun tam bir farkındalığına ulaşmamıştır.
O, “Evet, tüm bu gerçekler doğru,” derdi ama sanki kitapta yazılıymış gibi konuşurdu.
Dr. Deady:
“Bu rüyanın duygusal farkındalığı ne olurdu?”
Dr. Jung:
“Ah, duygusal farkındalık, derin bir dehşet olurdu; bu, durumu hemen değiştirmek için muazzam bir dürtü uyandırırdı.
O, karısıyla konuşup, ‘Vay canına! Bu, korkunç bir durumu gösteriyor, hemen bir şeyler yapmalıyız’ derdi.
Ama hâlâ karısıyla hiçbir kelime etmedi.
Ben ısrarcı olmadım; yavaş yavaş ilerleyeceğimizi söyledim, altı ya da yedi yıl sürse de.”
Dr. Schmitz:
“Biraz ısrar ederseniz sonuç ne olur?”
Dr. Jung:
“Oh, o şöyle derdi: ‘Ellerimi kaynar suya sokacak kadar aptal değilim.’
Analizini bırakırdı.
Biliyorsunuz, ben hasta istemiyorum, fakat bu vakayla, sessiz bir laboratuvar deneyi olarak ilgileniyorum.”
Dr. Schmitz:
“O, hareket ediyor mu? İki hafta sonra tekrar ısrar etmeniz gerekir mi, yoksa ısrar etmemek mi lazım?”
Dr. Jung:
“Evet, hareket eder.
Nevrotik değildir; eğer olsaydı, durumu onu zorlardı.
Neden ben yapayım?”
Dr. Schmitz:
“Peki o neden gelir?”
Dr. Jung:
“O, entelektüel bir ilgi duyuyor, zeki, düşünen bir adam.
Benim görevim onu zorlamak değildir; bu benim işim değildir.
Ben onun doktoru değilim, çünkü o, terapötik bir vaka değildir.
Eğer nevrotik bir hasta olsaydı, ben ısrar ederdim ve şöyle derdim: ‘Şimdi aptal olmayın, karınıza gidip bir şeyler yapın.’
Bizim aramızdaki orijinal anlayış, bunun bir beyefendi oyunu olduğudur.”
Dr. Schmitz:
“Siz, hastanın düşünceye ulaşamadığını, bu yüzden hisle sarsılması gerektiğini söylüyorsunuz; ancak bir his tipi, hisle sarsılmaz mı?
Ben, bir his tipinin, aşırı yüklü bir eşeği görüp, düşen bir düşünce tipi soğuk kalırmış gibi, tepki vermediğini sanıyordum.”
Dr. Jung:
“Hayır, onlar yalnızca öyle konuşurlar.
Üst işlevlerini kullanıp, his dilini konuşurlar.
Örneğin, ben, his tipi bir kadınla tedavi ediyordum.
Ona, oğlu henüz nişanlanmıştı, altta hafif ensestvari bir oyun vardı; fakat anne, bu sorunu takdir edemiyordu.
Ben, durumu doğrudan söylemedim, fakat ince bir tonlamayla ona dedim ki: ‘Bir annenin oğlunu kaybetmesi çok zor olmalı.’
O, bunu yüzeysel anlamda anladı, ben de öyle; “Hayır, o kadar da kötü değil. Bana göre bir kızı kaybetmek daha kötüdür” dedi.
Eğer onunla entelektüel konuşsaydım, ensest ve iğrenç şeylerle ilgili tartışmamız gerekecekti; o ise, “Bir annenin oğlunu kaybetmesi çok zor,” diye çıkış yapardı.
O, bilir; ben de bilirim ki bu gerçek değildir.
Bu, zorunlu bir uydurmadır.
Bu kadın, parlak bir his tipidir, aptal değildir.
İki düşünce tipi adam, aptal olmayan, birbirlerine entelektüel şeyler söyleyebilirler; “a + b = c” derken, aslında başka bir şeyi paketlemiş olduklarını bilirler.
Onlar, deyimsel bir biçimde bir şeyi sarmalayıp, teslim edecek şekilde ifade ederler.
Her biri, “Ben, senin bildiğini biliyorum,” der; his tipinde de benzer bir durum geçerlidir.
Hastam, bunu çok güzel ifade etti, sanki köşede bastırılmış bazı gözyaşları varmış gibi, fakat oyunun o gün için uydurulmuş olduğunu ikimiz de biliyoruz.
Biliyoruz ki, işler o kadar da hararetli değildir; o, üstün işlevin soğukluğunu, yumuşaklığını taşır.
Üst işlev aslında mesafeli, sert olanın altındadır, erişilemez; fakat biz, onu elde etmişiz gibi bir illüzyon kurarız, yoksa acı noktayı vurur ve bu, kâbus gibi bir yangına yol açar.
Düşünen bir tip, his diliyle konuşulamaz; his tipiyle konuşurken, düşünce dilini kullanamazsınız.
Eğer ben, bu adamla, his dilini kullanarak konuşsaydım ve, “Ne kadar üzücü, yıllardır birlikte yaşayan iki insanın, karşılıklı güven eksikliği var; hadi karına gidip, onu kollarına alın,” deseydim, o beni deli sandığında, gözleri dolu şekilde boynuma sarılıp, “Lanet olası! Bu adam benimle ne yapmaya çalışıyor?” derdi.
Sonrasında, yarım yıl boyunca cehennem gibi dirençle karşılaşırdı.
Eğer cesareti varsa, karısıyla asla konuşmaz, çünkü kandırılmış olduğunu hisseder.
Bir his tipiyle entelektüel konuşmaya başlarsanız, patlayan noktanızı hazırlarsınız; aksi halde, alt işlev henüz uyum sağlamamıştır.
Bir orangutan’a silah verirseniz, ne olur görün.
Bu yüzden analizde, üst işlevle uyumlu davranmalı, tetikte olmalısınız.
Hastaya konuşmasına izin verin.
Ben, his tipi bir hastayla çok fazla konuşmam; çünkü hisime güvenmem.
O kadınla oğluyla ilgili konuştuğumda, “Belki yarım ayrılmış keçi pençesi görürsünüz” diye düşündüm, fakat o bunu yüzeysel olarak aldı; bu, benim his işlevimin güncel olduğunun bir kanıtıdır.
Bu, ensest kompleksi için güzel bir başlangıç, adeta “Günaydın” demek gibidir.
Dr. Deady:
“Güzel bir his formu mi, onun üstün his formu?”
Dr. Jung:
“Evet, hastayla iyi bir uyum sağlamak için güzel bir formdur.
Ona, benim tarafımdan gösterilen bu form, kesinlikle dolandırıcılık gibidir, ama niyet iyi, düzgün.”
“Diyelim ki, komşunuzun şeytan enkarnasyonu olduğunu düşünüyorsunuz; onu selamlamak, onu vurmak yerine, selamlamak daha iyi değil mi?”
Dr. Deady:
“Farz edelim, o, alt düzey ilkel hisleri ortaya çıkarabilseydi?”
Dr. Jung:
“Bu, son şey olurdu.
Bu, onun ensest kompleksine dürtü verecek ve ortaya çıkaracaktır;
Önceki kısımda vardığımız son nokta, her annenin oğluyla ilgili duygularının varlığıdır.
Eğer o, analizde ileri düzeyde değilse, bu düşünceye katlanamaz.
Fakat hâlâ, o alt düzey ilkel hislerden yoksundur;
Onları ortaya çıkarmak sonra gelir ve o zaman gerçekten bilinçli olur.”
“Bu adam, ensest kompleksine dair hislerini anlayabilir;
fakat son dokunuş hâlâ eksiktir.
Bu son dokunuş, onun alt düşüncesiyle gerçekleşen farkındalıktır.
Genellikle, ben, en son farkındalığın, üstün işlevin oluştuğu ilkel unsurların, analizin son dokunuşu olduğunu görüyorum.
Örneğin, düşünen bir tipin düşünce ahlakı vardır.
Düşünen, ‘Düşünmek yanlıştır, mantıksız düşünmek günaha girer, öyle düşünmek kutsal ruha karşıdır.
Düşünmek, içgüdüsel olarak doğru olmalıdır’ der.
Bir his tipi için de benzer gerçek geçerlidir.”
“Ben, insanın, gerçek anlamda insana dönüşmesi için alt düzey kısmından, o en temel unsurdan ayrışmasını sağlamak üzere, olağanüstü bir çaba harcadığını görüyorum; bu, doğaya karşı kendini savunma, insan olabilmek için mücadele etme meselesidir.
Ancak bu, çok ileri bir analiz meselesidir.”
Dr. Schmitz:
“Düşüncenin alt kısmı, prensipte, düşünceden başka bir şey olamaz mı?”
Dr. Jung:
“Olabilir, evet; ama tamamen saf olmayan, yani, doğanın düşündüğü biçimde, en kötü dişil düşünce, cahil bir aşçı düşüncesi gibi.
Dr. Schmitz:
“Kadının doğal zihni mi?”
Dr. Jung:
“Hayır, daha çok dişi solucanın düşüncesi gibidir.
Kant gibi bir adam, alt düşüncesini görünce hemen kendini asardı.
Benim alt düşüncemi kabul etmem en kötü şeydir.
Ben, ilk olarak, ahlaki çılgınlığı, ensest ya da herhangi bir kötülüğü kabul ederim.
O alt düşünce en kötüsüdür.
Ama bu bizi çok uzağa götürür.
Şimdi, bir sonraki rüyaya geçmeden önce durumu yeniden inşa etmek istiyorum.”
“Ensest rüyasından önce, vişne ağacı rüyasını gördük.
Rüya gören, içindeki irrasyonel bir büyüme olduğunu ve, bence, kendi bireysel gelişimine odaklanması gerektiğini fark etti;
kendisinde gelişen şeylere hayran kalmaktansa, kendisini ortaya koymalıdır.
Sonra ensest rüya gelir.
Her şey aşağıdan başlar; bu yüzden, kendi içsel temel gerçekleri bulmalıdır.
Aziz Augustine şöyle demişti: ‘Kak ve idrardan doğarız.’
Ensestin, hislerin düşüklüğünün farkına varması gerekir.
Bu, eski bir gizem başlatma töreni gibidir:
“Sahip olduklarını ver, sonra da alırsın.”
Kendini aşağı çekmeli, alçaltmalı, sonra bir kuluçka rüyası gelir ve gizemin anlaşılmasını sağlar.
Zihnimizde de aynı şekilde olur.
Rüya gören, ensest fikrini ve durumunun hisini, ne kadar az olsa da, anlamalıdır.
Şu an, en azından entelektüel olarak anladığını varsayalım.
Belki de bir şeyler oluyor.”
Sonraki rüya [17]:
“Yükselen bir yolda yürüyorum.”
(Ensest rüya, bir aşağıya inişi, bir alçalışmayı ifade ediyordu; şimdi ise yeniden yükseliyorum.
Eski gizem başlatmalarında, tövbe, secde, aşağıya inme sonrasında, genellikle bir dizi basamak, astronomik dilde insanın yedi unsurunun ya da yedi kürenin üzerinden tırmanılması, yani kendinin tam anlamıyla gerçekleşmesi anlamına gelir.)
“Yol acı vericidir, bu yüzden sıçrarım; hızla, yarı uçuş, yarı sıçrayarak, ara sıra yere değerek ilerlerim.
Böylece, aynı yolda dolaşan yaşlı bir dilenciye yetişirim.
Yolun her iki yanında ağaçlar vardır, aniden, onlara sıçrayıp, ağaç dallarından dalıra atlarım, sanki sirk akrobatı gibi.
Sonra, yolda yürüyen bir kadın ve küçük bir çocuk görürüm.
Görünüşe göre onlar bana ait bir şeydir.
Tıpkı, ağaçların alt dallarına tutunmuş bir çocuk gibi, çocuk gelip bana, sopa ile vurmayı dener.
Sopayı ele geçirir, almaya çalışırım; sonra çocuğun ağzında olduğunu görürüm.
Sopayı koparıp attığımda, ağzından kan akıyor.
Ben, ‘Bakınız, işte karşınızda, insanlara vurmak için kullanılacak sözcük’ derim.”
Rüya ile İlişkilendirmeler:
Yol:
Hastam, “Bu yükselen yolu, insan evrimine ve bireysel evrime benzetiyorum.
Böyle bir ilerleme, acı çekilmeden gerçekleştirilebilir.
İleri gitmek için, yeryüzünden kopup, yeryüzünü yalnızca bir çıkış noktası olarak kullanmak gerekir.
Sıçrayarak, yeryüzünü sıçrama tahtası gibi kullanıyorum.
Yaşlı dilenci, ‘Hint fakirleri’ni, bir tür aziz gibi hatırlatıyor.”
Ağaç dallarından sıçrama:
“Beni, maymunların ağaçtan ağaca hareket etme biçimine benzetiyor.”
Kadın ve çocuk:
“Bilinmeyen bir kadın; ama anima, yani içsel kadın, aklıma geliyor.
Çocuk, Puer Aeternus’un rüyasında Eros olabilir.
Kadın ve çocuğun bana ait olduğunu hissediyorum, ama nasıl, bilmiyorum.”
Çocuk, sopayla vurması:
“Bir an, çocuğun ne yapacağını fark edememiştim, sonra vurdu.”
Çocuğun ağzından akan kan:
“Bu, bir hadım sembolü olabilir.”
Sarı taşlı bina:
“Bu, Afrika’daki bazı binaları, Mısır idaresine ait olabilecek binaları hatırlatıyor; fakat gerçekte bahçe yok.”
Hastam, bina hakkında ilk izleniminin bir hapishane olabileceğini, ve “Beden, ruhun hapishanesidir” dediğini söyler.
Kapı yanındaki veranda:
Hastam, “Afrika’da, bir malikanenin girişini, kapı görevlisinin izlediğini, genellikle verandanın altında veya malikanenin yanında, ilkel bir yapı olarak görüyorum. Bizde buna kapı bekçisi konağı deriz.”
Veranda içindeki yaşlı adam:
“Yaşlı adamın ölü mü canlı mı olduğu konusunda emin değilim; bana bir Hint fakirini ya da yogiyi hatırlatıyor.
‘Yoga, benim için büyük ilgi uyandırdı, fakat tamamen dış dünyadan kopuş, kendi bedeninin gerçekliğini bile kaybetmek, bana pek sempatik gelmiyor’ demişti.
Hatırlayın, analizimin başlarında, okült çalışmalara olan ilgisinin morbitt olduğunu ve bana hiçbir yere götürmediğini söylemiştim.”
Kadın ve çocuk yeniden:
“Merak edersiniz, kadın ve çocuk, bana yeniden eşlik ediyor.
Benim, onları kendimle özdeşleştirdiğimi düşünüyorum.”
Arap çocuğu:
“Çok basit, sıradan bir çocuk; Afrika’da binlercesi görülen, tamamen gerçek.
O çocukla ilgili hiçbir ilişkilendirme yapamıyorum.”
Yeni mobilya parçaları:
“Bunlar, ucuz dükkanlarda sıklıkla görülen, bireysellik veya kişisel bir çekicilik taşımayan, ucuz eşyalardır.
Hastam, mobilyaların güneş altında olması gerektiğini söyleyince, ben, o mobilyaların gerçekten o binaya ait olmadığını anlıyorum.”
Arap çocuğunu ip ile bağlamaya çalışması:
“Hastam, ‘Bu çocuğun erkek mi kız mı olduğundan emin değilim.
Sanki o çocuğa, onun bana karşı korkmadığını göstermek istiyorum.’
O çocuk, belki o evin bir parçası, belki bekçi.”
Hastam, bu ev, Afrika’daki özel bir malikaneyse ve aile yaz için uzaklardaysa, tabii orada bir bakıcı olur; bu nedenle, orada birçok pis çocuk dolaşır.
Aniden, sekiz yıl önce yaz tatilini geçirdiğini hatırlar; yani, son sekiz yıldır İsviçre’de kalmıştır.
Kapı plakasında “Dr. Bauer” yazısı vardır; başka bir kapıya gidip, zili çalar.
İlişkilendirmeler Devamı:
Hastam, yükselen yolun, insan evrimine ve bireysel evrime benzettiğini,
"Yükselen yol, insan evrimini, bireysel evrimi temsil eder.
Böyle bir ilerleme, acı çekilmeden gerçekleştirilemez;
İleriye gitmek için yeryüzünden ayrılmalı, yeryüzünü yalnızca bir sıçrama tahtası olarak kullanmalısınız." diye yorum yapar.
Yaşlı dilenci, “Hint fakirlerini, bir tür azizi” andırır.
Ağaç dallarından sıçrama, “maymunların ağaçtan ağaca hareket etme biçimine benzetilir.”
Kadın ve çocuk, “Bana ait olan ama tam olarak nasıl ait olduklarını bilmediğim bir şeydir.”
Çocuğun sopayla vurması, “bir an için ne yapacağını fark etmedim, sonra vurdu.”
Ağzından akan kan, “hadım sembolü olabilir.”
Sarı taşlı bina, “Afrika’daki bazı binaları andırır, ancak gerçekte bir bahçe yoktur. İlk izlenim, hapishane gibidir; ‘Beden ruhun hapishanesidir’ demiştim.”
Veranda, “Afrika’da, malikaneye giriş, kapı bekçisi konağına benzer.”
Yaşlı adam, “bir Hint fakirini ya da yogiyi andırır.”
Yeni mobilyalar, “ucuz eşya, kişisel bir çekicilik taşımayan nesneler.”
Arap çocuğunu ip ile bağlamaya çalışmak, “o çocuğa, kendimi korkmadığımı göstermek istiyorum, fakat o çocuğun hangi evin parçası olduğunu netleştiremiyorum.”
Hastam, evin kapısında “Dr. Bauer” yazısını gördüğünde, bu, büyü veya sihirin girişi ile ilgili olabileceğini ima eder;
Dr. Bauer’ın ismi, antik Yahudi sözleri “Aur Bocher” (ışık ve mürit) ile bağlantılıdır; bu, inisiyasyon yolunu, ışığa inisiyasyonu temsil eder.
Genel olarak, hastam, yükselen yolda ilerleyebilmek için yeryüzünden ayrılması gerektiğini,
“Yükselen yolda, yeryüzünden sadece sıçrama tahtası olarak yararlanılmalıdır” der.
O, Eros’un meselesiyle ilgili endişe duyar; ancak, yukarıdan gelen şey eksik olduğu için, sistem işleyemez.
Bu, rüyada, bütün sorununu gösterir:
Adam, karısıyla birlikte odasında, mucizevi bir şekilde, kapı açılır ve kimse girmez;
sonra, çocuğu getirir; karısı da yiyecek getirir;
ancak, çocuk pencereden kaybolur.
Bu, sanki, “Eğer değişmeye cüret ederseniz, ben çocukları öldüreceğim” demektir.
Bu, hastayı, meseleden uzaklaştırır.
İş, çocuklarla ilgilidir; o yüzden vazgeçer.
Belki de, ilk rüyada, “Eğer alıcı talep getirirse, tazminat ödemek zorunda kalırsın” demişti;
zaman kaybolmuş olabilir; şimdi, rüya, biten bitkileri sökme makinesini gösterir;
bu makine, tek başına çalıştığınızda yavaş, fakat yüz kat daha verimlidir.
Bu rüya, hasarın nerede yattığını gösterir.
Geriye dönmek yerine, bu makineyi kullanmalısınız;
yani, biten bitkileri, yani kusurları, sökmeniz gerektiğini.
Her zaman Ra’nın ilahisini hatırlayın:
Isis, sevgili karısı, kurtçayı yapıyordu.
Sonraki rüya [8] – Bir Gün Sonra:
“Arabamla Riviera’da geziyorum.
Birisi bana, ‘route d’en haut’ ve ‘route d’en bas’ın, bundan sonra yalnızca ülkede iki ay kalanlar tarafından kullanılacağını, alt yolda bir yönde, üst yolda diğer yönde olunacağını, bu düzenlemelerin her gün değiştiğini söylüyor.
Pazartesi öyle, Salı öyle; böylece, ziyaretçiler her yönden güzel manzaradan faydalanabiliyor.
Bir harita gösteriliyor, haritada yeşil ve beyaz daireler, hafta günlerini ve ziyaretçilerin uyması gereken yönleri, doğu-batı ve batı-doğu olarak işaretlenmiş.
“Kısa süre kalacak ziyaretçilerin kurallara uyması gerekmez, bu oldukça mantıksız.
Ayrıca, diğer ziyaretçilerin bu düzenlemelere karşı çıktığını, bu yollarda seyahat etmek için en az altı yıl boyunca izin ücreti ödemek zorunda olduklarını duydum.
Hepimiz bunun son derece abartılı olduğunu düşündük.”
İlişkilendirmeler:
“Riviera’ya hiç gitmedim, fakat bu ülke hakkında güzel bir hayalim var; sanki ebedi bahar, kutsalların adası gibi.
Arabamla inmek isterdim, çünkü oraya seyahat etmek harika bir gezi olurdu.
Gerçekten, iki yolun olup olmadığından emin değilim.
Bence, bu yollarda seyahat etmek, sistematik bir yaşamı, yaşamı sembolize eder.
İki ay ya da daha uzun süre kalanlar kurallara tabi olur; ama kısa süre kalanlar diledikleri gibi hareket edebilirler.
Doğru şartlarda, dağlarda yukarıya veya vadide aşağıya seyahat edilebilir; orada her yöne bakılabilir.
Yeşil ve beyaz, serbest akışı gösterir; yalnızca kırmızı, ‘dur’ anlamına gelir.”
“Altı yıl izin: Hastam, tam yenilenmenin altı yıl süreceğini düşündüğümü zanneder.
Fakat ben, böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.
Belki de, altı yıl süren bir vaka anlattığımı söylemiş olabilirim.
Analizin süresi konusunda hiçbir keyfi şey olamaz.
Tam bir yenilenme nedir ki?
Elbette, onun bu konudaki durumunu ben söylemedim.
Şimdi, bunu nasıl yorumlarsınız?
Tekrar başlıyoruz ve yine bir makine var.”
Dr. Binger:
“Bence, bu, analizine dair bir yorumdur.
Kısa süre kalınırsa çok ilerleme olmaz; fakat iki ay ya da daha fazla kalınırsa, kurallara uymak gerekir.
Bu, düzenlemelere, ayrıca yukarı ve aşağı yollara karşı dirençtir.”
Dr. Jung:
“Kesinlikle, mesele tamamen analizle ilgilidir ve mandala rüyasında görülen aynı tür dirençle aynıdır.
Burada, yollarda seyahat ediyorsunuz; makineniz arabanızdır.
Yine, hareket halinde olmanız gerekmektedir.
Bitki sökme makinesi, durağan, buhar silindiri gibi yavaş bir şeydir; ancak araba ile hızlı ve uzaklara gidebilirsiniz.
Yollarda, bir yere varmak istersiniz.
Hedef ‘Kutsal Adalar’, ‘Atlantis’ – ölümsüzlerin yaşadığı yer.
Ancak, o ülkede belirli düzenlemeler vardır; sanki bu düzenlemeler, ülke tarafından size zorla dayatılmış gibidir.
Bilinçdışına gitmek istediğiniz yer, ancak bu garip şekilde gitmeniz gereken yer haline gelir.
Mandalada yol tamamen dolanmıştı.
Burada, önce bir yönden, sonra diğer yönden gider; önce bir dürtü, sonra da tam zıttı!
Bu, bilinçdışının ince, doğru bir betimlemesidir.
Sıklıkla, bu, sağa sola çelişkili dürtüler veya dokuma dürtüsü gibidir.
Bu, bilinçdışının tipik işleyişidir; yalnızca zıt çiftler değil, sağa ve sola giden çelişkili dürtüler de vardır.
Önce bir yoldan gider, sonra diğerine geçer; böylece ülkeyi her açıdan görme fırsatı elde eder.
Bu, iyimserce ifade edilir.
Hastanın durumunu göz önünde bulundurun:
O, dünyadan gelen, işinde başarılı, titizlikle işlerini yöneten bir iş adamıdır;
Birdenbire, kendisini, en çelişkili dürtüler ve fikirler arasında, bilinçdışında bulur.
Bu konu hakkında konuşulurken, o ne olduğunu asla anlamaz.
Kayıp hisseder, nefret eder ve bu tuhaf deneyimin, onun için ana şey olduğunu kavrayamaz.
O, olgunlaşamayacaktır, ta ki bu engellerin sürecine maruz kalana kadar.
Biri, bir günde net bir karara vardığınızı düşünür, ertesi gün o karar yok olur.
Kendinizi aptal gibi hissedersiniz ve lanetlersiniz, ta ki bunun zıt çiftlerin varlığından kaynaklandığını öğrenene kadar.
Eğer bunu öğrenirseniz, dersinizi almış olursunuz.
Bu adam henüz bunu öğrenmemiştir.”
—Carl Jung, Rüya Analizi Semineri, s. 269-281
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Comments