Çocuk Rüyaları Semineri: Bölüm 2
- Nazlı
- 25 Şub
- 13 dakikada okunur

Çocuk Rüyaları Semineri: Rüya Yorumlama Yöntemi Üzerine
Ders I
Bölüm 2
Ruh halleri ve sırlar da, aslında, “koku” gibi hissedilebilir.
Bu durumlarda, bilinçdışı, o kadar önemsiz şeyleri nasıl “koklayabilir”?
Bunun da bir örneğini vereyim:
Telepatik fenomenlere çok ilgi duyan bir iş adamı vardı.
Kendisi, bizzat bir şeyler tecrübe etmek istiyordu.
Bir keresinde, ofisinde oturuyordu; öğleden sonra üçte, hafifçe uykuya daldı.
Postacı, evinin zilini çaldığını (o, banliyöde yaşıyordu; ofisi şehirdeydi) rüyasında gördü ve hizmetçi kapıyı açıp postacıdan gazeteler ve mektuplar aldığına tanık oldu.
Paketin üzerinde sarı bir mektup vardı.
Bunu çok net gördü, neye benzediğini ve ne kadar büyük olduğunu hatırladı.
Biraz uyandıktan sonra, “Bu bir vizyondu!” diye düşündü.
Saat dörde kadar evine gidip mektupları sordu.
Paketi, ofisinin kapısı önündeki holde, tam da gördüğü gibi duruyordu; fakat üzerinde sarı mektup yoktu.
Kendisi, mektupları hatırlamadığını sandı.
On iki gün sonra, hizmetçi, bir sarı mektup ile geldi.
Bu mektup, bürodan geride kalmıştı.
Hizmetçi, mektubu getirdiğinde, o, mektubu açtı ve, mektubun içinde ne olacağını düşündü; fakat mektup, tamamen önemsiz bir iş broşürüydü!
Ben, bu tür vakaları sıklıkla gözlemledim.
En basit şeyler, rüyalara girip, önceden haber verebilir; ve bu kimliği asla tartışılmaz.
Böyle vakalar çok sık görülür.
Elbette “geçersiz” rüya kaynakları da vardır.
Bilmemiz gereken ya da bilmememiz gereken şeyler vardır; fakat yine de, sanki duvarlardan içeri sızan bir koku gibi, atmosfere sızar.
Bir keresinde, kırsalda yaşayan, karısıyla, iki çocuğu ve hizmetçisi olan, kendine özgü garip fikirleri olan bir meslektaşımla ilgili olarak, evde görülen rüyaları yazdı.
Gerçekten, hastaların sorunları, hizmetçinin, çocukların ve karının rüyalarında nasıl ortaya çıktığı inanılmazdı.
Böyle olgular yalnızca rüyalarda değil, toplumda da gözlemlenir:
Mesela, biri odaya girer girmez, aniden her yerde bir soğukluk hissedilir.
Bu kişinin etrafında yayılan bir şey vardır; ne olduğunu kimse bilmez.
Şimdi, rüya süreçlerinin nedenleri olarak, daha önce somatik kaynaklara ve çevreden gelen fiziksel ile psişik olaylara değindik.
Artık geçmişte yaşanmış olaylar da rüyalara girebilir.
Bunu fark ederseniz, ciddiye almanız gerekir.
Eğer rüyada, tarihi açıdan önemli bir isim geçiyorsa, ben, o ismin gerçekte neyi temsil ettiğini araştırırım;
hangi kişi kastediliyor, çevresi nasıldı gibi bilgileri incelerim; böylece rüya açıklanabilir hale gelir.
Garip olan şu ki, bugün bana böyle bir vaka geldi.
Bir hanımefendi, üst katlarda çok yaşamaya alışmış, tamamen zihninde var olma durumuna odaklanmış ve alt dünya ile ilişkisinin zayıf olduğu halde, şu rüyayı anlatır:
“Çok tehlikeli görünümlü bir aslan çemberi vardı.
Ortasında, sıcak bir şeyle dolu bir çukur vardı.
Ben, o çukura inip dalmaya gitmem gerektiğini biliyordum.
Gittim ve ateşten yanarak yaralandım.
Sadece bir omzum dışarı çıkmıştı.”
Ben, onu bastırıp, “Dışarı değil, içinden geçmelisin!” dedim.
Bu rüya, onun her zaman kaçındığı problemi çok net bir şekilde gösterir.
Rüya ile birlikte, o, St. Eustache’in patron azizinden de bahsetti.
St. Eustache’in efsanesi, gerçekten de güzel oturur:
Eustache ve ailesi, Hristiyanlığa geçmiş;
MS 118 civarında, ailesiyle birlikte şehit olarak ölmüş;
Aslanlara atılmışlardır.
Fakat aslanlar, kutsal aileyi yutmamışlardır.
Bunun yerine, bronz bir boğu öyle kızgın hale getirilmiş ki, onu ateşte kavurdular.
Bu, hastanın bilmediği bir şeydir.
Bu geçmiş olayların rüyalarda ortaya çıkması son derece açıklanması güçtür.
Sanki, bu hasta, benim kütüphanemdeki azizlerin takvimini aramış gibi.
Ancak, bu bir kriptomnezya vakası da olabilir; hasta, efsaneyi daha önce okumuş, fakat artık hatırlamıyordur.
Böyle kriptomnezya vakalarına ünlü örnekler de vardır; daha sonra buna tekrar değineceğiz.
Şimdi, rüyaların, rüya görenin mevcut psikolojisinde henüz algılanmayan gelecek psişik özelliklerini öngören vakalara değineceğim.
Bunlar, rüya görenin, şu anki psikolojisinde hiçbir temeli olmayan, gelecekteki durumlara yönelik unsurlardır.
Bu yön, rüya görenin gelecekteki faaliyetleri ya da durumlarına işaret eder, ki bunlar rüya görenin şimdiki psikolojisinde hiçbir temel bulamaz.
Özellikle çocuk rüyalarında, hayati gelecek olaylar şaşırtıcı biçimde önsezi olarak ortaya çıkar.
Örneğin, biri, tren kazasında öleceğini rüyasında görür ve sonra gerçekten de öldürülürse, bu mucizevi bir telepatik önsezi olabilir.
Bazen, rüya görenin gelecekteki kişilik oluşumuna dair, mevcut durumda tamamen yabancı görünen, fakat gelişimsel süreçlerde önceden haber veren unsurlar vardır.
Böyle etkileyici rüyalar, rüya görenin hafızasında silinmez; bazen ömrü boyunca kalır.
Bir orta yaşlı kadın, kırk beş ila elli yaşları arasında, çocukluğunda, dördüncü yaşında gördüğü etkileyici bir rüyayı anlatır:
O, sarhoş, kırmızı korseli yaşlı bir kadından kovalanmaktadır.
Böyle bir şeyin, o kadının çevresinde gerçek olmadığı açıktır.
O, seçkin bir aileden gelmektedir; böyle şeylerin olması imkânsızdır.
Ayrıca, o Londra’da yaşamamaktadır; bu tür şeyler, oyunlarda görülebilir, fakat korunaklı kırsal ortamda değil.
Yedi yaşında, etkileyici ikinci bir rüya görmüştür:
Beyaz çamaşırları, kan dolu bir küvette yıkamak zorunda kalır.
Burada yine kırmızı renk öne çıkar.
Yedi yaşından itibaren, tipik tekrarlayan bir kaygı rüyası vardır:
O, özel bir evin bir salonundadır.
Salonda, yanında hızla geçilmesi gereken küçük bir kapı vardır.
Fakat o kapıdan girmesi ve, bir merdivenle, karanlık bir bodruma inmesi gerektiğini bilir.
Sonra, rüyada gerçekten de olur:
Merdivenlerdeyken, aşağı inmek ister; kaygı onu kaplar.
Belirsizce, bir hayalet görür ve kaygı dolu bir çığlıkla uyanır.
Bu vakalar, rüyaların gelecekteki psişik oluşumlara dair önsezilerini da ortaya koyar.
Ben, rüyaların, çocukluk döneminden itibaren kişiliğin bütünlüğünden çıkan, sonrasında hayatın tek taraflı farklılaşmalarına zorlanıldığında kaybedildiğini, yeniden bulunması gerektiğini söylüyorum.
Böylece, insan kendini kaybeder ve, sonra yeniden kendini bulmayı öğrenmek zorunda kalır.
Kendinizi tamamen bulduğunuzda, aslında, bütün zaman boyunca ne olduğunu anladığınızı görürsünüz.
Bir diğer çocuk rüyasından örnek vermek istiyorum:
Bu, üç ila dört yaşlarındaki bir kız çocuğunun rüyasıdır; o yıl içinde üç kez tekrarlanır ve o günden bu yana aklında yanmaz.
Bir kuyruklu yıldız, Dünya’nın üzerinden süzülür; Dünya yanar, ve insanlar o ateşte yok olur.
Çocuk, insanların korkunç çığlıklarını duyar ve onlardan uyanır.
Buna, kozmik çocuk rüyaları denir.
Böyle rüyalar, adeta yabancı fenomenler gibidir, bir an için insanı şaşkına çevirir.
Çocuğun, dünyanın sonunun ateşle yok olması fikrini nasıl oluşturduğunu merak edersiniz.
Bu, tamamen arkaik bir imgedir: Dünyayı yok eden son ateş.
Bir çocuğun böyle bir imge üretmesi ne anlama gelir?
Aslında, bunu yorumlamak imkânsızdır.
Eski bir rüya yorumcusu şöyle derdi: “Bu çocuk, özel bir kadere sahiptir; bir gün bu kozmik bağlar kendini gösterecektir.”
Antik çağda, yetişkinler böyle rüyalar gördüklerinde, Atina’da Aeropagus’a, Romada Senato’ya bildirmişlerdir.
İlkel insanlar da, bu rüyaları dinlemek için toplanırlardı, çünkü herkes bunların genel öneme sahip olduğunu hissederdi.
Biz de, böyle bir rüyayı, öncelikle genel önemi açısından kavramaya çalışmalıyız.
Sanki rüya gören, kolektif bir rol için hazırlanmış gibi.
Bu kişiler, kaderlerini kolektif olarak bulurlar.
Böyle bir kolektif rol, mutlu bir aile yaşamı için elverişli değildir.
Birey, kolektif kader yüzünden parçalanır.
Önce bahsedilen altı nokta, rüya süreçlerinin en temel neden ve koşullarını içerir.
Rüya, neredeyse hiçbir zaman önceki deneyimlerin yalnızca tekrarı değildir;
tek bir istisna vardır: şok veya shell shock rüyaları, ki bunlar bazen gerçek olayların tam tekrarıdır.
Bu, aslında, travmatik etkinin bir kanıtıdır.
Şok, psişik olarak artık işlenemez hale gelmiştir.
Özellikle, psişeyi, travmayı, kademeli olarak aşamalı bir kaygı durumuna çevirmeye çalıştığı iyileşme süreçlerinde, şu örnekte olduğu gibi görülür:
Birisi rüyasında akşam olduğunu, odasında oturduğunu, dışarıda bir şeyler olduğunu hisseder.
Ne olduğunu bilmez, ama vahşi hayvanların yaklaştığını hisseder.
Pencereden dışarı bakar ve gerçekten de aslanları görür.
Tüm kapı ve pencereleri kapatır.
Fakat aslanlar eve girer, kapıları patlama sesiyle açar.
Ama o anda, el bombaları yeniden patlar!
Böylece, bilinçdışının bu şoku psişik olarak dönüştürme çabası başarısız olur;
ve asıl şok, kendini yeniden gösterir.
Shell shock hastalarının tepkisi öyle ki, bir zil sesi, bir atış ya da bir patlama hatırlatan herhangi bir şey, sinir krizlerini tetikler.
Ham şokun, yavaş yavaş, kontrol edilebilir bir psişik duruma çevrilme çabası, tedavinin sonlarına doğru başarılı olabilir;
ben, İngiliz bir subayın rüya serisinde bunu gözlemledim.
Bu adamın rüyalarında, el bombasının patlaması, aslanlara ve diğer tehlikelere dönüşür; o zaman, bu şok, psişik bir deneyim olarak yönetilebilir hale gelir.
Şok, kısacası, emilmiştir.
Ham, psişik olmayan biçimde ortaya çıkan bir şokla karşılaştığımızda, psişik araçlarımız onu aşamaz.
Örneğin, bir fiziksel yaralanma veya enfeksiyona doğrudan psişik yöntemlerle müdahale edemeyiz.
Biz yalnızca, psişik doğası olan şeyleri etkilemekte başarılı olabiliriz.
Ayrıca, shell shock’un tedavi edilmesinin zor olması, çoğu durumda, yoğun bedensel şoklarla birlikte olması ve bu durumun sinir sisteminde, psişik olmayan, çok ince rahatsızlıklara yol açması nedeniyle olabilir.
Diğer tüm rüyalar, önceki günün olaylarının tam tekrarı değildir.
Bazı rüyalar, önceki günün olaylarını neredeyse tam olarak tekrarlar;
fakat rüya tam kaydedilip, gerçeğe karşılaştırıldığında farklar ortaya çıkar.
Bir hastam, dün dişçinin ofisinde olduğu bir olayı rüyasında tam tekrarladığını iddia eder;
o gün, dişçi ağzına bir ayna sokmuş ve tekrarlanmasını istemediğim bir sözü söylemişti.
Rüya, tam olarak o durumu tekrarlamış gibi görünür.
Yakından sorduğumda, gerçekte, o dişçinin ofisine yukarı çıktığını, ancak kapı levhasının farklı bir yerde olduğunu fark ettim.
Sorduğumda, “Peki, kapı nasıl görünüyordu?” diye sordu; o, “Sizinki gibi,” diye cevap verdi.
Hatırlatmak gerekir ki, o zamanlar ben Burghölzli’de yaşıyordum!
Dişçiyle ilgili detaylar, rüyanın devamında, rüyada dişçinin pijama giydiğini ortaya çıkarana kadar sürdü.
Şimdi, bu örneğin, önceki günün olayının tam tekrarı olduğunu gösterecek en yakın örneği olduğunu söyleyebilirim.
Ben, hiçbir rüyanın gerçekten de bir önceki günün olayını tekrarladığını görmedim.
Sadece yaklaşık tekrarlamalar vardır.
Şu örnekte:
Bir hasta, bir araba tarafından bir çocuğun ezildiğini görür.
Gece, bunu rüyasında görür.
Yine, rüya tam olarak aynı değildir: çocuk farklı bir tarafta yatar, farklı kıyafetler giyer ve farklı kişiler vardır.
Rüya gören de, kendini farklı bir rolde bulur.
Bu durumda da, rüya, yalnızca, önceki günün olayını, rüya görenin önemli durumunu ifade etmek için kullanır:
Kendi çocuğunu ezdiğini, kendisinin ne kadar çocukça olduğunu görmek istemediğini anlatır.
Rüya, “İşte, çocuğun ezilme şekli böyle,” der.
Hatırlarsınız, başta rüyaları, neden-sonuç ilişkisi bakımından incelememiz gerektiğini belirtmiştim.
Doğru, nedenselliğin var olup olmadığını bilmiyoruz;
fakat eğer bilimsel çalışmak istiyorsak, doğa süreçlerinin, birbirini rastgele takip eden tekil olaylar olmadığını, neden-sonuç ilişkilerinin varlığını varsaymak akıllıca olur.
Ayrıca, psihe, bilinçli olanın aksine, amaç yönelimli, niyetli bir doğa olduğu varsayımından hareket ederiz.
Bu varsayım, rüya sürecinde, rüyaların, bilinçli hedefler gibi olmasa da, otomatik, amaçlı tepkiler olarak işlediğini gösterir.
Bu nedenle, rüyaları, amaçlı ve anlamlı neden-sonuç ilişkileri olarak görmek, rüya süreçlerinin anlaşılması için çok önemlidir.
Bu, rüyaların içeriklerinin, anlamsız rastlantılar dizisi olmadığı, anlamlı nedensel bağlantılar taşıdığı varsayımından hareketle, Freud’un rüyaları anlamlı neden-sonuç ilişkileri olarak yaklaştığı görüşüne dayanmaktadır.
O, rüyaları, arzu tatminleri olarak görmüştür.
En şeffaf vakalar şunlardır:
Aç kaldığınızda, oruç tuttuğunuzda, zengin, muhteşem bir yemek rüyası görürsünüz;
veya susuz kaldığınızda, harika su ya da bira rüyası görürsünüz.
Bu rüyalar, somatik kaynaklardan kaynaklanır ve arzu tatminleri olarak açıklanabilir.
Freud, ancak kısa sürede, arzu tatminleri olarak açıklanması zor rüyalarla karşılaşmıştır.
O, bu rüyaların gizlenmiş arzu tatminleri olduğunu varsaymıştır;
yani, herhangi bir sebepten dolayı, arzu tatmininin gerçekleşmemesi gerekmektedir.
Bu, demektir ki, sansürcü olmalıdır.
O sansürcü kimdir?
Kesinlikle, bu sansürcü, bilincin kendisi olamaz!
Freud, sansürcünün, mevcut bilinç kalıntısı olduğunu, sansür uyguladığını söyler.
Böylece, insan kendisine, gerçek arzusunu kabullenmediğini gizlemek için uydurma bir hikaye anlatır.
Böylece, bilinçdışı, oldukça büyük bir başarıyı ortaya koyar;
önce, bana ait olmayan, kabul etmediğim arzuyu bilir; ikinci, eğer isterse, doğrudan temsil edebilirdi—ama bunu bana gizli tutmak için çarpıtır. Aslında, bu, küçük bir goblin, kötü ruh gibi, “Ne düşündüğünü çok iyi biliyorum, ama sana söylemeyeceğim; onun yerine, seni yanıltacak şekilde çarpıtacağım” demek gibidir.
Peki, neden rüya, arzuyu gizler?
Freud, rüya, uykuyu rahatsız etmesin diye gizler.
Rüyalar, bilinçle uyumsuz olduklarından, uykumuzu bozarlardı; sansürcü, onları nazikçe gizler.
Bu varsayım, rüyaların, örneğin, anksiyete rüyalarının, uykuyu kesintiye uğrattığını gösteren deneyimler ışığında ters düşer.
Gördüğünüz gibi, her şeyi yalnızca bilinç tarafı temelinde açıklamaya çalışırsak, sorunlar ortaya çıkar.
Freud, farkında olmadığım bir arzuyu varsayar.
Peki, bu arzu kimin?
Sonuç olarak, bu arzunun, bilinçdışı tarafından üretildiğini söylemeliyiz.
Fakat, eğer bunlar, bilinçdışı arzularsa, o zaman onlar nerede?
İşte bu, rüyaları, arzu tatminlerinin ifadesi olarak görmemize neden olan zorluklardır.
Bu sorunlar, beni, şu ana kadar, her türlü teoriyi kenara bırakarak, rüyaları ön yargısız olarak ele almaya yöneltti, böylece gerçekten nasıl işlediğini görebileyim.
Bu amaçla, Freud’un serbest çağrışım tekniğini kullanmaya başladım ve şunu gözlemledim:
Bir kişiye serbest çağrışım yapması görevi verildiğinde, komplekslerini ortaya çıkarırsınız, fakat bu komplekslerin, rüya başlangıcında da yer alıp almadığını bilemezsiniz.
Örneğin, bir rüyada bir aslan görürsünüz ve bunun hakkında çağrışım yaparsınız.
Bu süreçte, aslanın, açgözlülükle ilişkilendirildiğini fark edersiniz.
Zihninize, kendinizin de açgözlü ve arzu dolu olduğunu hatırlatırsınız—işte, kompleks zaten oradadır.
Freud, bu nedenle, kompleksin rüyada da yer alması gerektiğini varsayar.
Ona göre, rüyalar, komplekslerin, arzu fantezilerinin, güç ya da cinsellik gibi unsurların yetersiz ifadesidir.
Mantıkta, bu indirgemeci açıklama “reductio in primam figuram” olarak adlandırılır.
Ancak, farz edelim ki, Rus veya Hint demiryolunda seyahat ediyorsunuz, okuyamadığınız yazıtları görüyorsunuz.
Serbest çağrışım yapmaya başladığınızda, sonunda komplekslerinize ulaşırsınız.
Bu, doğal olarak, komplekslerin sizi çektiği yoldur.
Serbest çağrışımda, çağrışım zinciri bir komplekse ulaşır.
Bu, doğaldır ve, diyelim ki, çağrışım yaparken, kompleksin içine düşersiniz.
Dolayısıyla, eğer serbest çağrışım yoluyla bir komplekse ulaşırsanız, bu, o kompleksin rüya görüntüsünde de yer aldığı anlamına gelmez.
Bundan da, bilinçdışı, bu komplekslerden tam olarak kurtulmak zorunda kalmış olabilir! Belki de, işte, bilinçdışı, tam olarak bu komplekslerden kurtulmayı başarır! Çünkü kompleksler, sonuçta, asıl sorumlulardır, ve bilinçdışı, doğal işleyişi vurgulayarak, bizi o fare tuzağından kurtarmaya çalışır. Çünkü kompleks, aslında bir fare tuzağı gibidir. Mesela, biriyle oldukça mantıklı bir şekilde konuşabilirsiniz.
Ama o kişinin kompleksine değindiğiniz anda, her şey biter!
O, “aptal” fikirlerine kurban olur ve kendini dairesel şekilde tekrarlar. Kompleksler, insanı engeller ve sterilize eder, onu tek takıntılı yapar. Doğa, insanı bu dairesel tuzaktan kurtarmaya çalışır. Böylece, rüyanın gerçek anlamına ulaşmak için, ben, rüyayı çözmeye, orijinal imgeye odaklanmaya ve onunla ilgili çağrışımları her yönden toplamaya çalıştım. Bu şekilde, ben, serbest çağrışımın zigzag yöntemiyle, rüya görüntüsünden uzaklaşan çağrışımları yerine, orijinal “X” imgesinde kalarak soruyu sorarım:
“X hakkında aklınıza ne geliyor? Ne düşünüyorsunuz? X hakkında başka ne aklınıza geliyor?”
Serbest çağrışımda ise soru; “X hakkında aklınıza ne geliyor? Sonra ne? Sonra ne?” şeklindedir. Böylece, çağrışımlar, X hakkında değil, diğer çağrışımlar hakkında olur.
Buna karşılık, ben, X’in orijinal görüntüsüyle kalırım.
Bu yöntemi, “reductio in primam figuram”ın aksine, amplifikasyon, yani genişletme, olarak adlandırıyorum.
Bunu yaparken, rüya hakkında hiçbir şey bilmediğimi, ne anlama geldiğini bilmediğimi ve rüya görüntüsünün her bireyin zihnine nasıl yerleştiği hakkında hiçbir fikrim olmadığını kabul ederim.
Mevcut bir imgeyi, görünür hale gelene kadar genişletirim.
Amplifikasyon, rüyanın, birkaç unsuru olduğu için, tüm unsurlarla birlikte yürütülmelidir.
Örneğin, rüyanın ilk unsuru “aslan” olsun.
Onun çağrışımlarını not alırım, sonra bulunan ifadeyi, rüya unsurunun yerine koyarım.
Örneğin, rüyada “aslan”, rüya görenin ya da başka bir kişinin “güç arzusu” olarak ortaya çıkıyorsa, ben “aslan” yerine “güç” ifadesini parantez içine alırım.
Aynı şekilde, diğer unsurlarla da yaparım.
Sonunda, bütün cümlenin ne anlama geldiğini görürüz (şemada gösterildiği gibi).
Böylece, olgunun gerçek anlamını kavrayabiliriz.
Rüyayı, sorgulama yoluyla, kişisel amplifikasyonla anlayabiliriz.
Bir rüya imgesinin neyi temsil ettiğini anlamak için, o imgenin bağlamını bilmek gerekir.
Bu şekilde, rüya imgesinin tüm anlam yelpazesini kavrayabiliriz.
Sadece pek çok deneyimden sonra, belki de, rüyaların ortaya çıkışı ve temel anlamı hakkında bir teori ileri sürebiliriz.
Bu kişisel amplifikasyon tekniğini uygulayarak, öncelikle bir rüyanın öznel anlamını bulabiliriz.
Şimdi, deneyimlediğimiz pek çok rüya imgesinin yalnızca bireysel değil, kolektif nitelikte olduğunu da gördük.
Böyle evrensel imgelere çok uzaklara bakmadan ulaşabiliriz.
Bunlar zaten dilimizde mevcuttur, aklımızın derinliklerinde yatanları düşünün.
Dolayısıyla, bir kadın başka bir kadını yılan olarak tanımladığında, herkes bunun ne anlama geldiğini bilir; ya da bir erkek kurnaz tilki olarak tanımlandığında, resim aynıdır.
Böylece, “aslan”ı, genel kullanım çerçevesinde de yorumlayabiliriz:
“Aslan, hayvanların kralıdır, ‘güç’tür,” ve böylece, birisi aslan rüyası gördüğünde, bu, kişisel bir noktaya da sahip olsa, büyük olasılıkla, aynı anlama gelir.
Bu, bize, ilişkilendirmeler yapmadan da rüyaları çevirmemize olanak verir, çünkü konuşma dilimizde, bütün sembollerden oluşan geniş bir cephane vardır.
Ayrıca, rüyada doğrudan bu deyimsel sembolleri de görebilirsiniz; örneğin, birisi, “Sırtıma çıkarsın!” diye rüya görürse.
Dolayısıyla, dilimizde böyle genel imgeler varsa, en azından genel anlamda, ilişkilendirmelere ihtiyaç duymadan, rüyaları anlayabileceğimiz mümkündür.
Bu, özellikle, kişisel çağrışım materyalinin eksik olduğu, impersonal rüyalarda, kolektif imge öne çıktığında esastır.
Buna, seminerin başında değindiğim çocuk rüyaları da dahildir; çünkü onlar için ilişkilendirme materyali elde etmek çok zordur.
Yetişkinler de, bazen, hiçbir çağrışımın olmadığı rüyalar görürler; bu yüzden, rüya imgesinin bağlamını göremeyiz.
Çoğu durumda, bu, o kadar tuhaf bir doğa içerir ki, anlamını ancak en büyük zorlukla ortaya çıkarabiliriz.
Böyle rüyalar, genellikle, basit sorgulama ve kişisel amplifikasyon yoluyla yorumlanamayacak, içinde, mitolojik bir parça barındırır;
sadece, dilin genel imgelerine indirgemek yetmez.
Olumlu bilgi, rüyayı anlamak için gereklidir;
sembolleri ve mitolojik motifleri bilmemiz gerekir.
İnsan zihninin deposunda ne olduğunu, insanların belgelerini bilmemiz gerekir.
Ne kadar çok bilirsek, belirli sembolleri anlamada o kadar başarılı oluruz.
Bu seminerde, çocuk rüyalarıyla ilgili olduğumuz için, etno-psikolojik yöntemi uygulamak zorundayız, çünkü kişisel çağrışım materyali birçok durumda eksiktir.
Buna ne kadar ulaşabileceğimizi göreceğiz.
Her zaman tatmin edici bir çözüm bulamayabiliriz.
Bu seminerin amacı, materyal temelinde pratik yapmaktır.
Buradaki nokta, spekülatif olarak parlak yorumlar çıkarmak değil,
sembolleri daha geniş psikolojik bağlamları içinde tanımak ve böylece rüya görenin psikolojisine girmektir.
Kısa bir örnek vereyim:
Rüya gören, bir köy evindedir; bir köylü kadın vardır.
Bu kadın, rüya görene, Leipzig’e uzun bir seyahatten bahseder.
Ufukta, kocaman, korkutucu bir yengeç benzeri, dinozor vari, kıskaçlarıyla onu yakalayan bir yengeç görülenir.
Mucizevi bir biçimde, rüya görenin elinde bir kâhin değneği vardır;
bu değnekle, canavarın başına dokunur; o çabucak, ölür.
Bu durumda ne tipiktir?
Bir köylü kadın var – dolayısıyla ilkel bir unsurdur.
Her durumda, rüya görenin, böyle bir köylü kadının rüyasını görmesi anlamlıdır.
Bu, eski bir anneyle ilgili olabilir; işte bir soru işareti koyalım!
Şimdi, rüya gören, bu kadınla, Leipzig’e gideceği planını dile getirir.
O iki rüya unsuru arasında, kesinlikle, nedensel bir bağlantı olmalıdır.
Rüya görenin, kadınla buluşması, planını gündeme getirir.
Bir iddia edilmiş anne, çok basit bir anne, ile büyük bir plan arasındaki bağlantı nedir?
Bunun, edebiyatta örnekleri vardır.
Katılımcı: “Peer Gynt.”
Profesör Jung: “Evet, kim daha var? Yazarı da, yakın zamanda öldü.”
Katılımcı: “Barlach.”
Profesör Jung: “Evet, Barlach, ‘Der tote Tag’ (Ölü Gün) adlı eserinde.
Orada, kör babası, oğlu için gece gördüğü harika imgelerden bahseder.
Ve oğul, ‘Tüm bunların gerçeğe girmesi gerekiyor!’ der.
Fakat buna karşı anne, ‘Böyle bir adam önce annesini gömmek zorunda,’ der.
İşte, anne ile oğulun planları arasındaki bağlantı; anne, çocuğu bırakmak istemez.
Oğul, ancak anne onu serbest bırakırsa büyük planlar yapabilir;
ve, yaptığı planlar, annesine bağlı oldukça büyüktür.
Ona, özgürleşmesi için anne tarafından engellenmek, onu daha da büyütebilir.
Burada, “kadın” ve “plan” sembollerine, “canavar” adlı üçüncü sembol gelir.
Rüya gören, hikayesini henüz bitirmemişken, devasa pençelerle onu yakalayan, kertenkele-yengeç benzeri, eklemli bir canavar belirir.
Bu da, anne’dır; ama, diğer anne, ölüm getiren anne.
Anne, kendisi gibi, iki yönlüdür:
Bir yandan, çocuğa hayat verir, onu büyütür;
fakat, çocuğun ayrılmasına izin vermez, kalbi kırılır.
Bu yüzden, anne, Barlach’ın dediği gibi, “Böyle bir adam önce annesini gömmek zorunda” der.
Fakat oğul, yüreğine sahip değildir; annesini öldüremez, bu yüzden anne, onu yutar.
Anne aynı zamanda bir mezar kutusu gibidir (“etobur”).
O, aynı zamanda Toprak Ana gibidir; biz ondan geliriz, yine ona döneriz;
o, yaşamdır, ama aynı zamanda ölümdür; Batı’da, o, “Ataların Annesi” olarak da anılır; aynı şekilde, Polinezya mitinde de öyle anılır.
Bu nedenle, Etrüskler, ölülerin küllerini, Matuta tanrıçasının heykelinin içine gömüştür; bu, ölülerin tanrıçanın rahmine girmesidir.
Bu şekilde, ölü yeniden anne rahmine girer.
Mevcut rüyada, yutan anne, canavar olarak ortaya çıkar.
Buna göre, rüya görenin, anneyle ilgili hesaba katmadığı bir şey olduğu sonucuna varılır:
O, anneden kurtulamayacaktır.
Şimdilik, bir kâhin değneğiyle, yani bir tılsımla, ilerlemeye çalışır, ama o tılsım, onu gerçekten kurtarmaz.
Dolayısıyla, bu rüya, kişisel materyal olmadan da tatmin edici şekilde açıklanabilir.
O, ebedi bir dramın, belirli bir vakada tekrar eden evrensel dramın anlatımıdır:
Bu adamın planları çok büyük, çok yükseğe uçmak istiyor; ancak gerçekte, geriye doğru özlemi bırakamıyor ve bu yüzden, bu şekilde mahvoluyor.
Gerçekten de, bu bir dramdır.
Hayatının doruk noktasında, bilinçdışı onu nevroza sürüklemiştir.
Dağ hastalığı, vertigo yaşamıştır.
Bunu yok saymak, planın gerçekleşmesini zorla getirmek istemiştir; ve bu onun yıkımına yol açmıştır.
Bu örnek, rüyaların, yalnızca nesnel yöntemle, kişisel çağrışımlara gerek kalmadan, yeterince açıklanabileceğini gösterir.
Ayrıca, bu örnekle, karmaşık rüyaları gruplandırmanın gerekliliğini de vurgulamak istiyorum.
Size, genel olarak uygulanabilecek bir şema sunmak istiyorum:
Mekan (Locale): Yer, zaman, “dramatis personae” (oyuncular).
Açıklama (Exposition): Sorunun anlatılması.
Çevrim (Peripateia): Dönüşümün anlatılması – bazen felakete yer veren.
Çözüm (Lysis): Rüyanın sonucu; rüya eyleminin telafi edici kapanışı.
Az önce tartıştığımız rüyanın unsurlarını inceleyelim:
Mekan: Bir sade ev.
Dramatis personae: Köylü kadın, rüya gören.
Açıklama: Rüya görenin geleceğe yönelik büyük planları, yükselişi.
Çevrim: Onu pençelerine alan yengeç.
Çözüm: Ölen canavar.
Bu, tipik bir rüya yapısıdır.
Rüyaların dramatik eğilimi, bilinçdışında, ilkel insanlarda da görülür;
ve bu, daha sonraki dinlerin gizem dramalarının temeli olarak ortaya çıkar.
Bütün bu karmaşık ritüellerin, sonraki dinlerin ortaya çıkışının temeli, aslında bu kökenlere dayanır.
Devam İçeriği:
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Comments