Çocuk Rüyaları Semineri: Bölüm 1
- Nazlı
- 25 Şub
- 15 dakikada okunur

Çocuk Rüyaları Semineri: Rüya Yorumlama Yöntemi Üzerine
Ders I
Bölüm 1
“Bu seminerde öncelikle çocukların rüyalarıyla ilgileneceğiz. Ayrıca, rüyaların önemi üzerine bazı kitaplar tartışılacaktır.
İlgileneceğimiz tüm rüyalar, seminer katılımcıları tarafından bize katkıda bulunulmuştur.
Çoğu durumda, bu rüyalar çocuklardan alınmamış, yetişkinlerin çocukluklarından hatırladıkları rüyalardır.
Bu durum, rüyalar hatırlandığında artık çocuklarla doğrudan soru sorma imkanımız kalmadığı için, rüya materyalini zenginleştirmek ve rüyayı anlamak için başka yöntemlere başvurmak zorunda kalmamız anlamına gelir.
Ancak, çocuklardan doğrudan rüya kaydı alırken de zor durumlarla karşılaşırız.
Her zaman, çocuğun hiç bilgi vermemesi ya da örneğin, rüyasından dolayı korktuğu için ilişkilendirme yapmaması ihtimaliyle hesap yapmak zorundayız.
Ayrıca, çocukluğun en erken rüyalarının doğası gereği, genellikle anlatılan ilişkilendirmeler elde edilemez; çünkü bunlar, zaman içinde yabancılaşmış bilinçdışının bir tezahürüdür.
Özellikle bu erken rüyalar çok önemlidir, çünkü kişiliğin derinliklerinden, genellikle daha sonraki kaderin önsezi niteliğinde ortaya çıkarlar.
Çocukların sonraki rüyaları çoğunlukla daha az önemli hale gelir, ancak rüya gören özel bir kader için mükellef ise durum farklılık gösterir.
Ergenlik döneminde ve yirmi yaşına kadar, rüyalar yeniden daha önemli hale gelir; sonra önemini yitirir, nihayet otuz beş yaşından sonra giderek daha fazla ağırlık kazanır.
Bu, her kişiye uygulanmaz, fakat çoğu vaka için geçerlidir.
Sizden, eğer hala hatırlayabiliyorsanız, hayatınızdaki ilk rüyayı hatırlamanızı rica ediyorum.
Birçoğunuz dördüncü yıldan, bazıları üçüncü yıldan rüyalarını hatırlar.
Belki de tanıdıklarınıza ve arkadaşlarınıza, ilk rüyalarını hatırlayıp hatırlamadıklarını sorabilirsiniz.
Ayrıca, rüya görenin sonraki yaşamı hakkında ne bildiğinizi, aileleri hakkında bildiklerinizi – eğer biliyorsanız – ve aralarında herhangi bir tuhaflık fark ettiyseniz bunu not almalısınız.
Bireysel rüyaları tartışmaya başlamadan önce, rüya yorumlama yöntemine dair birkaç açıklama yapmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, rüya doğal bir olgudur.
O, özel bir niyetten ortaya çıkmaz.
Rüyayı, bilince dayalı psikolojiyle açıklamaya çalışamayız.
Biz, insan egosunun isteğinden, arzularından, niyetlerinden ya da amacından bağımsız, işleyişin kendine özgü biçimiyle uğraşıyoruz.
O, kasıtsız bir şekilde meydana gelir, tıpkı doğada meydana gelen her şey gibi.
Bu nedenle, rüyayı etkileyen şeyleri kontrol altına almaya çalışmamalıyız; mümkün olduğunca önyargısız olmak en iyisidir.
Yine de, olay hakkında söyleyeceğimiz her şey bizim yorumumuzdur.
Biz, herhangi bir doğa bilimcisinin durumuyla aynı konumdayız; çünkü onlar da, anlamlarını ve doğal yasalarla uyumunu ortaya koymayan olgularla uğraşırlar.
Oluşan her şeye bir anlam yüklemek bizim yorumumuzdur.
Doğal süreçleri psişik dile çevirmek, oldukça zor bir iştir.
Bu amaçla, başka terimler olmadığı için yardımcı ve yaklaşık terimler kullanmak, hipotezler üretmek zorundayız.
… Ancak, yine de, gerçekten ne olduğunu ortaya koyduğumuz konusunda hep bir şüphe kalır.
Elbette, bunun hiçbir anlamı olmadığı da iddia edilebilir.
Zaten her şey öznel olduğuna göre, doğa yasalarına uymuyormuş gibi, kaos var diyebiliriz.
Fakat, yine de, henüz anlamını tam olarak kavrayamasak da bir anlam varsaymak ya da “Bütün bunların hiçbir anlamı yok” demek arasında, temperament meselesi vardır.
Yani, anlam varsaymak – henüz anlamasa bile – daha iyidir; ya da, “Bütün bunların hiçbir anlamı yok” demeyi tercih edebilirsiniz.
Ama yine de, her yorum, aslında, bizim, ne olduğunu anladığımıza dair insan varsayımı olsa da, yine de o anın gerçeğini ortaya çıkarmaya çalışabiliriz.
Fakat asla, bu amaca ulaşacağımızdan emin olamayız.
Bu belirsizliği kısmen aşmanın yolu, bir rüyanın anlamını diğer denklemlere yerleştirip, sonuçların o anlamla uyumlu olup olmadığını kontrol etmektir.
Böylece, bir rüya hakkında bir varsayımda bulunabilir, sonra bu anlamın başka bir rüyayı da açıkladığını görebiliriz;
Yani, bu anlam atfı genel bir öneme sahipse, test edilebilir.
Ayrıca, rüya serileri yardımıyla kontrol testleri yapılabilir.
Ben, aslında, çocukların rüyalarını rüya serileri halinde ele almayı tercih ederim, çünkü seriler incelendiğinde, orijinal varsayımlarımızın sonraki rüyalarda ya teyit edildiğini ya da düzeltildiğini çoğu zaman görürüz.
Rüya serilerinde, rüyalar, merkezi bir içeriğin çeşitli açılardan ifadesi gibi birbirine anlamlı bir biçimde bağlıdır.
O merkezi çekirdeğe dokunmak, bireysel rüyaların açıklamasının anahtarını bulmaktır.
Fakat her zaman bu seriyi sınırlamak kolay değildir.
Bu, bilinç örtüsü altında gerçekleşen bir tür monolog gibidir.
Bu monolog, rüyada duyulur ve uyanık olduğumuz dönemlerde aşağı iner.
Ama bir anlamda, monolog asla bitmez.
Çok muhtemelen, aslında sürekli rüya görüyoruz, fakat bilinç, o kadar çok gürültü çıkarır ki uyanıkken rüyayı duyamayız.
Eğer bilinçdışı süreçlerin tam bir listesini çıkarabilseydik, bütün bunların belirli bir çizgiyi tanımladığını görebilirdik.
Bu, kapsamlı bir şekilde yapıldığında oldukça zor bir iştir.
Rüyaları açıklama biçimimiz, öncelikle nedensellik üzerine kuruludur.
Doğayı böyle açıklamaya eğilimliyiz.
Ancak, burada bu yöntem muazzam zorluklarla karşılaşır, çünkü neden-sonuç arasındaki kesin zorunluluk ilişkisi ancak, neden ile sonucun zorunlu olarak bağlantısını kanıtlayabilirsek kurulabilir.
Fakat bu açık ilişki, özellikle, ‘canlı olmayan’ doğada bulunur.
Fenomenler, izole edilip deneylere tabi tutulduğunda, yani, üstel koşullar oluşturulduğunda, kesin neden-sonuç atfı yapılabilir.
Ancak, biyolojik fenomenlerde, gerekli olan bir eğilim belirlemek neredeyse imkânsızdır.
Çünkü burada, o kadar karmaşık, o kadar çeşitli koşullarla uğraşıyoruz ki, kesin neden-sonuç bağlantıları kurulamaz.
Burada “koşullu” terimi çok daha uygundur; yani, bu koşullar, şunu ve şunu getirebilir.
Katı nedenselliğin yerini, çok katmanlı koşulların iç içe geçmiş etkisine bırakma girişimidir; neden-sonuç arasındaki açık bağlantıyı, pek çok yoruma açık bir bağlantı ile genişletmektir.
Dolayısıyla, nedensellik, ortadan kalkmaz, yalnızca hayatın çok katmanlı malzemesine uyarlanır.
Bunun yanı sıra, psihe, tüm biyolojik fenomenler gibi, amaç yönelimli, niyetli bir doğa vardır.
Bu, rüyayı, bilinçli niyetlerden farklı, ancak bilinçdışı amaçlı otomatik süreçler olarak belirleyen, içsel yönelimlerin bir parçasıdır.
Bunun, rüyayı, bilinçdışı hedef yönelimi olarak konuşabiliriz; rüyaların, uyanık niyetler gibi bilinçli hedefler olmadığını, fakat otomatik, amaçlı tepkiler olduğunu belirtmek gerekir.
Rüya, kesinlikle bir olgu değildir.
Rüyaya anlam vermenin birkaç olasılığı vardır.
Size, rüyaların alabileceği dört tanım önermek istiyorum; bu tanımlar, rüyaların gelebileceği çeşitli anlamların, karşılaştığım anlamlarının bir özetidir.
Rüya, bilinçli bir durumun bilinçdışı tepkisidir.
Belirli bir bilinçli durum, günün izlenimiyle takip edilen, tamamlayıcı ya da telafi edici şekilde belirginleşen bilinçdışı bir rüya tepkisiyle izlenir.
Bu rüyanın, önceki günün belirli izlenimi olmadan ortaya çıkmayacağı hemen anlaşılır.
Rüya, bilinç ile arasındaki çatışmadan kaynaklanan bir durumu tasvir eder.
Bu durumda, kesinlikle, belirli bir bilinçli durum, neredeyse şüphe götürecek şekilde, belirli bir rüyayı zorunlu kılmaz; fakat burada, bilinçdışı, bilinçli durumla o kadar farklı bir durum ekler ki, aralarında çatışma çıkar.
Rüya, bilinçli tutumu değiştirmeyi hedefleyen bilinçdışı eğilimi temsil eder.
Bu durumda, bilinçdışının yükselttiği karşıt pozisyon, bilinçli pozisyondan daha güçlüdür: rüya, bilinçdışından bilinç düzeyine doğru bir gradyanı temsil eder.
Bu rüyalar çok anlamlıdır.
Belli bir tutuma sahip biri, bunlarla tamamen değişebilir.
Rüya, bilinçdışı süreçleri, bilinçli duruma hiçbir bağlantısı olmaksızın gösterir.
Böyle rüyalar çok gariptir ve, alışılagelmiş bağlayıcı bağlantılar kurulamayacağından yorumlamakta çok zorlanılır.
Rüya gören, “Neden böyle rüya görüyorum?” diye büyük şaşkınlık duyar, çünkü ne koşullu ne de zorunlu bir bağlantı kurulamamaktadır.
O, bilinçdışının bütün faaliyeti ve anlamının ağırlığını taşıyan, kasıtsız bir üründür.
Bunlar, ilkel olarak “büyük rüyalar” denilen, kehanet gibidir, “tanrı tarafından gönderilen rüyalar”dır.
İlham gibi tecrübe edilirler.
Bu son tür rüyalar, aynı zamanda, zihinsel hastalık ya da ağır nevrozun patlaması öncesinde de ortaya çıkar; bu tür durumlarda, rüya gören, derin bir etki bırakan, ne olduğunu anlamasa da, içerikte belli bir unsurun aniden belirdiğini tecrübe eder.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki bir vakadan hatırlarım:
Bana, Katolik bir üniversitede kanun profesörü olan yaşlı bir adam geldi.
Oldukça saygın bir izlenim bıraktı, eski Mommsen gibi.
Benimle işleri vardı ve bunlar çözüldükten sonra bana, “Rüyalarla da ilgilendiğinizi duydum,” dedi.
Ben, “Bu, işimin bir parçası,” dedim.
Onun ruhunun, kendisini rüyada tükettiğini hissettim ve ardından rüyasını anlatmaya başladı.
Bu rüyayı yıllar önce görmüştü ve tekrar tekrar onu meşgul ediyordu.
O, bir dağ geçidinde, uçurum boyunca kıvrılan bir yol üzerinde yürüyordu.
Altında bir kanyon vardı.
Yol, kanyona karşı bir duvarla korunmuştu.
Duvar, Parian mermeri gibi, hemen dikkat çekici eski bir sarımsı tonuyla yapılmıştı.
O anda, duvarda aşağıya dans eden tuhaf bir figür gördü; çıplak bir kadın, keçi bacaklı, “fauna” benzeri.
Sonra, atlayarak uçurum içine indi ve kayboldu.
Sonra uyandı.
Bu rüya, onu son derece meşgul etti.
Zaten birçok kişiye anlatmıştı.
Başka bir rüya, otuz yaşındaki bir adamdan, nevroze uğraması nedeniyle bana danışan bir adama aittir;
o, bir prensin öğretmeniydi ve bu zorlu görevde, ani bir sinir krizi yaşamıştı.
Bu nevrozun, genellikle bu tür vakalarda zaten var olan ve zamanla kötüleşen bir durum iken, neden aniden ortaya çıktığı beni çok merak ettirdi.
O dönem neler olduğuyla ilgili sorduğumda, başta, hiçbir özel şey olmadığını söyledi.
Rüyalarını sorduğumda, garip bir rüya ortaya çıktı; işte bu rüyayla birlikte hastalığı patlak verdi. O, bir kum tepesinde yürüyordu, aniden yerde siyah parça parçacıklar fark etti; onları yerden kaldırdı; bunlar tarih öncesi parçacıklardı.
Eve gidip, bir kürek aldı, toprağı kazmaya başladı ve tüm tarih öncesi bir yerleşim yeri, silahlar, aletler, taş balta ve benzeri şeyler buldu.
O, tarifsiz bir şekilde büyülendi ve heyecandan ter içinde uyandı.
Bu rüya tekrarlandı ve ardından hasta çöktü.
O, genç bir İsviçreliydi.
Psikoterapötik tedavide, belirli unsurlar haftalar, aylar ya da yıllar öncesinden, henüz bilince bağlanmamış olarak ortaya çıkabilir; bunlar, doğrudan bilinçdışının ürünleridir.
Gözlemleyebileceğiniz üzere, rüya süreçlerini, bilinçli durumla olan ilişkilerine göre farklı aşamalara ayırıyorum.
Bazen, bilinçle bağlantılı olan unsurlardan kaynaklanan bilinçdışı tepkiler vardır; bazen de, tamamen spontan olarak, bilinçle bağlantısı neredeyse hiç olmayan unsurlar ortaya çıkar.
Bu durum, bilinçdışının yaratıcı faaliyeti olduğunu gösterir; henüz bilince geçmemiş içeriklerin, bilinçdışından yükselmesine izin verir.
Genellikle, rüyanın içeriğinin bilinçle ilişkili olduğunu varsayarız; mesela, bilinçli psişik içerikler, bilinçdışı olanlarla çağrışım yoluyla birbirine bağlıdır.
Bu, rüyanın yalnızca bilinçten açıklanması gerektiği teorisinin doğuşuna yol açtı ve, dolayısıyla, bilinçdışının, aslında bilinçten türediği düşüncesini ortaya koydu.
Ama öyle değildir; tam tersine, bilinçdışı, bilinçten daha eskidir.
İlkel insan, büyük ölçüde bilinçdışında yaşar ve biz de, bu arada, hayatımızın üçte birini bilinçdışında geçiririz: rüya görür ya da kestirme uykuya dalarız.
Bilinçdışı, aslen var olan şeydir; bilinç, tekrar tekrar onun üzerinden yükselir.
Bilinç, bilinçli olma işi yüzünden bizi yorar.
Sadece nispeten kısa süre konsantre olabilirsiniz, sonra yeniden bilinçdışı haline düşersiniz; rüya görür ya da kasıtsız ilişkilendirmeye dalarsınız. Faust’un dediği gibi: “Şekillenme, Dönüşüm,
Sonsuz zihinler sonsuz yaratılış içinde.”
Dolayısıyla, rüyaların içeriğinde bilinçle hiçbir bağlantı kurulamayan unsurlar da vardır; tüm faaliyeti, bilinçdışı tarafından belirlenmiş olan, nedensellikten bağımsız unsurlardır.
Böyle bir rüyayı, bilinçden türetilmiş bir hale zorlamaya çalışırsanız, rüyanın kendisi bozulur ve tam bir saçmalığa dönüşür.
Rüya süreçleri, birkaç neden ve koşuldan kaynaklanır.
Yaklaşık beş farklı kaynak vardır:
Somatik kaynaklar: bedensel algılar, hastalık durumları ya da rahatsız edici beden pozisyonları.
Bedensel fenomenler; bunlar, kendi başlarına, oldukça bilinçdışı psişik süreçler tarafından da neden olan fiziksel uyaranlardır.
Eski rüya yorumcuları, uyaranların somatik kaynağına çok önem verirdi ve bu açıklama, günümüzde hâlâ sıklıkla bulunur.
Deneysel psikoloji, rüyaların her zaman bir somatik kaynaktan ortaya çıkması gerektiği görüşünü benimser.
Çevreden gelen, bedensel olmayan uyaranlar da rüyaları etkileyebilir: sesler, ışık, soğuk ya da sıcaklık gibi.
Size Fransız edebiyatından bir örnek vermek isterim:
Birisi rüya görür: Fransız Devrimi’ndedir.
Baskı altındadır ve nihayet idam edilir;
Uyandığında, bıçağın kaydığını görür.
Bu, odanın tavan süsünün boynuna düştüğü anda gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla, rüyanın, tavan süsü düştüğü anda ortaya çıktığına dair, olay çerçevesi, zamanın çok kısa bir sürede yaşandığı görüşüne yol açmıştır.
Böyle örnekler, rüyaların, tam olarak bir zaman diliminde değil, uyaranın o anı tarafından belirlenen bir zaman diliminde meydana geldiğini göstermektedir.
Örneğin, ben, üniversite öğrencisiyken, sabah saat 7’de başlayacak botanik dersine, yarım saat sonra kalkmam gerektiği için, saat 5:30’da uyanmak zorundaydım.
Bu benim için çok zordu.
Hep uyanmam için hizmetçi kapıya kadar çalıyordu.
Bir seferinde, çok detaylı bir rüya gördüm:
“Gazeteyi okuyordum. Bir gazetede, İsviçre ile yabancı ülkeler arasında bir gerilim yaşandığı yazıyordu.
Sonra pek çok insan gelip siyasi durum hakkında tartıştı; sonra başka bir gazete geldi, yine yeni telgraflar ve makaleler vardı.
Pek çok insan heyecanlandı.
Tekrar tartışmalar ve sokak sahneleri vardı, sonunda seferberlik: askerler, topçu birlikleri.
Toplar ateşlendi – şimdi savaş çıkmıştı.”—fakat tam o anda kapı çalınıyordu.
Rüyamın, çok uzun sürdüğünü ve kapı çalınmasıyla doruğa ulaştığını net bir şekilde hissettim.
Rüyaların, zamansal boyutunun olmadığına dair kanıt olarak, dağlarda düşme anındaki algıların aşırı karmaşıklığını da örnek gösterebiliriz.
Birkaç saniyelik düşüş anında, ünlü İsviçre jeoloğu Heims, hayatının tamamını gözlerinin önüne getirdiğini söylemiştir.
Aynı hikaye, bir Fransız amiralin de anlatılır.
Suya düşüp boğulma tehlikesi yaşayan o kişi, kısa sürede bütün hayatının görüntülerini gözlerinde canlandırmıştır.
Ancak, bu anlar son derece yoğunluk taşır;
Ardından, rüyada böyle durumlar yoktur.
Bu, sorundur.
Bu nedenle, bu tür vakalar, rüyaların zamansal boyutunun eksikliğine dair açıklama sunmaz.
Dürüst olmak gerekirse, hep başka bir ihtimali düşünüyorum, ki bu da eşit derecede ütopyacı:
Bilinçdışında zaman kavramı ile ilgili bir şeyler olduğunu; zamanın bilinçdışında biraz parçalandığını; yani, bilinçdışı, zamanın akışının yanında duran, henüz var olmayan şeyleri algılayabilen bir yapıdır.
Bilinçdışında, her şey baştan mevcuttur.
Örneğin, çoğu zaman, rüyada ancak ertesi gün ya da daha sonra rol oynayan bir motif görürüz.
Bilinçdışı, bizim zamanımızı veya olaylar arasındaki nedensel ilişkiyi umursamaz.
Bu, rüya serilerinde de gözlemlenebilir.
Seriler, bizim zamansal sıralamamız gibi, ardışık bir sıraya girmez.
Bu nedenle, hangisinin önce, hangisinin sonra geldiğini söylemek çok zordur.
Bunu bu şekilde düşünürsek, rüya gören, aslında, merkezi tanıdık olmayan bir merkezden yayılıyormuş gibi düşünmek zorunda kalır.
Bu fikri, bir şemayla gösterebiliriz.
Rüyalar, bilinç içine ardışık olarak girer; fakat biz, onları zamansal kategoriyle kavrar ve birbirleriyle nedensel ilişkiye bağlarız.
Fakat gerçek sıra, belki de, ilk rüyanın gerçek sırasının, bilince ancak çok sonra girdiği şekilde olabilir.
Görünüşte kronolojik olan sıra, aslında gerçek sıra değildir.
Bunu böyle kabul edersek, zaman kavramımıza bir teslimiyet gösteririz.
Birkaç rüya devam ederken, aniden başka bir motif ortaya çıkar, sonra daha önceki motifin yerine geçer.
Rüyaların gerçek düzenlemesi, radyal bir yapıdır: rüyalar bir merkezden yayılır ve sonradan zamanın etkisine girer.
Son analizde, rüyalar, bir anlam merkezi etrafında düzenlenir.
Bilinçdışında, sonuçta, bilinçte olduğundan farklı kategorilerle hesaplama yapmalıyız; bu, atomun gözlemlenmesi gibi kuantum fiziğine benzer; çünkü atom çekirdeği gözlemlendiğinde, gerçeklik değişir.
Bununla, bilinçdışı ile makro-dünya arasında belirli bir paralellik vardır.
Bilinçdışı, atom çekirdeğine benzetilebilir.
Günlük hayatta da, bilinçdışının, olayları önceden haber vermesi gözlemlenir.
Çoğu zaman, bu oldukça zararsız şeylerdir, mesela sokağa çıktığınızda tanıdık biri gördüğünüzü sanırsınız.
O kişi aslında değildir; ama sonra gelir.
Böyle “neredeyse-kaçırma” algıları çok sık görülür.
Fakat o kadar önemsizdirler ki, genellikle göz ardı edilir, “Ne tesadüf!” diye düşünülür.
Fakat çok şaşırtıcı örnekler de vardır.
Üniversitede, doğal bilimci bir arkadaşımda böyle bir örnek yaşadım.
Babası, sınavını iyi yaparsa onu İspanya’ya götüreceğine söz vermişti.
Sınavdan hemen önce, rüyasında, bir İspanyol kasabasında olduğunu, bir sokağı takip ettiğini, ortasında birkaç sokağın birleştiği ve bir katedralin belirlediği bir meydanın olduğunu gördüğünü bana anlattı.
Meydana doğru yürürken, katedrali yandan görmek istediği için sağa döndüğünü, o sırada iki Isabella atıyla çekilen bir araba geldiğini gördü.
Sonra uyandı.
Rüya, o kadar etkileyiciydi ki, üç hafta sonra, sınavından sonra İspanya’ya gittiğinde, o meydanı gördüğünü ve rüyasını hatırladığını, “Yan sokaktaki atların da orada olduğunu!” dedi.
O, son derece güvenilir bir adamdı; hâlâ devlet memuru olarak görev yapıyordu ve normalde onun için böyle şeyler asla söylenmezdi; aksine, onun sözde kuru ve ciddi kişiliğiyle tanınırdı.
Ben, ondan bir daha böyle bir şey duymadım.
Bu vaka istisnai değildir.
Nevroz vakalarını tedavi ettiğimde, böyle gözlemler sıklıkla ortaya çıkar; zamanla, bu tipik karakteri fark eder ve insanlara, “Dikkat edin, bir şeyler olacak!” diye uyarırsınız.
Aşağıdaki rüya bir örnektir:
Orta yaşlı bir kadın hastanın rüyası.
Bir süredir rüyaları, belli bir sorunla ilgilidir.
Aniden, başka hiçbir şeyle bağlantısı olmayan bir rüya gelir:
O, yalnız bir evdeydir.
Akşam olur, evin içini gezip tüm pencereleri kapatmaya başlar.
Sonra, arka kapıyı da kilitlemesi gerektiğini hatırlar.
Kapıya gider, ancak kapıda kilit olmadığını görür.
Ne yapacağını merak eder, kapının önüne mobilya ya da kutular koyarak engellemek ister.
Bu sırada hava giderek kararmaya, ürkütücü bir hale gelmeye başlar.
Birden, kapı hızla açılır ve tam ortasına, bir siyah kurşun fırlatılır.
Kahkahalarla uyanır.
Bu ev, Amerika’da yaşayan bir teyzenin evidir.
O, yirmi yıl önce oradaydı.
Bir tartışma sonrası aile tamamen parçalanmıştı ve özellikle bu teyze ile arası çok kötüdür.
Onu yirmi yıldır görmemiş ve iletişimde olmamıştır.
Hastadan teyzenin evinde hâlâ yaşayıp yaşamadığı veya hâlâ hayatta olup olmadığı sorulunca, kız kardeşi bunu onayladı.
Hastaya, rüyayı ve tarihini yazmasını söyledim.
Üç hafta sonra, Amerika’dan bir mektup geldi; bu teyze, tam da hastanın rüyasını gördüğü gün vefat etmişti.
Bu, tipik bir rüyadır.
Böyle etkiler – her ne tür olursa olsun – çoğunlukla mermi şeklinde gelir.
Ben, ünlü “cadı mermisi”ni hatırlatıyorum.
Aynı fikir, Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında da bulunur:
Şifacı, sizi “bir buz parçacığı” gibi vurabilir – sizi hasta etmek için.
İngilizce, mistik Anna Kingsford hakkında yazılmış bir kitapta da benzer fikirler bulunur.
Tibetlilerin de, başkalarına kötü etki yapabildiklerine inanılır.
Gönderdikleri şey, oval bir şekildedir.
Burada, neyin iş başında olduğunu bilmek bizim bilgimizin ötesindedir, ancak genel kanaat buna işaret eder.
Tibetliler kesinlikle İngiliz edebiyatını bilmezler, hastam da Tibet’i bilmez.
Ama, bu varsayımın ortak kaynağı, şimdilik açıklayamadığımız tuhaf bir psişik faktörde yatıyor olmalıdır.
Ben, şüpheciliğin tahtına çıkıp bunun bir dolandırıcılık olduğunu ilan etmeye son derece karşıyım.
Beni ilgilendiren şey, her yerde bu tür şeylerin söyleniyor olmasıdır.
Bu fikir, örneğin, ölülerin ölü olduklarını bilmediklerini ve dinlendikleri için aydınlatılmaları gerektiğini söyleyen fikir kadar yaygın ve geniş kapsamlıdır.
Bağımsız olarak, bu fikir hem ruhsalistler hem de ilkel toplumlarda bulunur ve Tibet metinlerinde de yer alır.
Bardo Thödol’de, ölüye, gerçekten ölü olduğunu aydınlatmanın nasıl yapılacağına dair bir talimat bulunur.
Burada ilginç soru şu:
Bunları nasıl açıklayabiliriz?
Bu ifadelerin, hangi ilkel unsurlara ait olduğunu, bu ifadelerin hangi temel psişik faktörlere dayandığını açıklamalıyız.
Şimdi, rüya süreçlerinin yalnızca fiziksel olaylardan değil, psişik olaylardan da kaynaklandığına değineceğim.
Bazen çevrede meydana gelen psişik olaylar, bilinçdışı tarafından algılanır.
Örneğin, koleksiyonumda, üç-dört yaşlarındaki bir çocuğun, iki melek geldiğini, yerden bir şeyleri topladığını ve göğe gönderdiğini rüya gördüğü bir vaka var.
Bir başka çocuk, annesinin intihar edeceğini rüyasında görür.
Çocuğun, annesinin odasına koşup, annasının, intihar eşiğinde uyanık olduğunu gördüğünü anlatır.
Böyle durumlarda, çevreden gelen önemli psişik olaylar, bilinçdışı tarafından algılanır.
Ruh halleri ve sırlar da aslında “koku” gibi hissedilebilir.
Bu durumda, nasıl bilinçdışı, o kadar önemsiz şeyleri “koklayabilir”?
Bunun da bir örneğini vereyim:
Telepatik fenomenlerle çok ilgilenen bir iş adamı vardı.
Kendisi, bizzat bir şeyler yaşamak istiyordu.
Bir keresinde ofisinde oturuyordu; öğleden sonra üçte, hafifçe uykuya daldı.
Postacı, evinin zilini çaldığını rüyasında gördü – o, banliyöde yaşıyordu, ofisi şehirdeydi – ve hizmetçisi kapıyı açıp postacıdan mektuplar ve gazeteler aldığına tanık oldu.
Paketin üzerinde sarı bir mektup vardı.
Onu çok net gördü, neye benzediğini ve ne kadar büyük olduğunu hatırladı.
Biraz uyandıktan sonra, “Bu bir vizyondu!” diye düşündü.
Saat dörde kadar evine gitti ve mektupları sordu.
Paket, ofisinin kapısı önündeki holde, tam da gördüğü gibi duruyordu; fakat üzerinde sarı bir mektup yoktu.
Kendisi, eksik bir şey çizdiğini sandı.
On iki gün sonra, hizmetçi, bir sarı mektup ile geldi.
O mektup, bürodan geride kalmıştı.
Sonra mektubu açtı, ne olacağını düşündü, ama mektup, tamamen önemsiz bir iş broşürüydü!
Ben, bu tür vakaları sıklıkla karşılaştım.
En basit şeyler, rüyalara girip, önceden haber verebilir; ve bu kimlik asla tartışılmaz.
Böyle vakalar çok sık olur.
Elbette “geçersiz” rüya kaynakları da vardır.
Bilmemiz ya da bilmememiz gereken şeyler vardır; ama yine de, sanki duvarlardan koku geçiyormuş gibi, atmosfere sızar.
Bir keresinde, kırsalda, karısıyla, iki çocuğu ve hizmetçisiyle yaşayan, kendine has garip fikirleri olan bir meslektaşımla ilgili, evde görülen tüm rüyaları yazdı.
Gerçekten, hastaların sorunlarının, hizmetçinin, çocukların ve karının rüyalarında nasıl ortaya çıktığı şaşırtıcıydı.
Böyle olgular yalnızca rüyalarda değil, toplumda da yaşanır: Mesela, birisi odaya girer girmez, aniden her yerde bir soğukluk hissedilir.
Bu kişinin etrafından yayılan bir şey vardır, ne olduğunu kimse bilemez.
Şimdi, rüya süreçlerinin nedenleri olarak; daha önce, somatik kaynaklar ve çevreden gelen fiziksel ve psişik olaylara değindik.
Geçmişte yaşanmış olaylar da rüyalara girebilir.
Bunu göz önünde bulundurduğunuzda, bunu ciddiye almanız gerekir.
Eğer, rüyalarda, olası tarihi önemi olan bir isim geçiyorsa, ben, o ismin gerçekte neyi temsil ettiğini araştırırım.
Hangi kişi kastediliyor, çevresi nasıldı, gibi bilgileri incelerim; böylece rüya açıklanabilir hale gelir.
Çok garip olan şu ki, bugün böyle bir vaka bana yalnızca geldi.
Bir hanımefendi, üst katlarda çok fazla yaşamaya alışmış, başta zihninde çok meşgul olup, alt dünya ile bağlantısı zayıf olarak, şu rüyayı anlatır:
“Çok tehlikeli görünümlü bir aslan çemberi vardı. Ortasında, sıcak bir şeyle dolu bir çukur vardı. Ben, oraya inip dalmaya gitmem gerektiğini biliyordum.
Gittim ve ateşten yanarak yaralandım.
Sadece bir omzum dışarı çıkmıştı.
Onu yere yatırıp, ‘Dışarı değil, içinden geçmelisin!’ dedim.”
Bu rüya, onun her zaman kaçındığı problemi çok net bir biçimde tasvir eder.
Rüya ile birlikte, St. Eustache’in patron aziz olduğu söylenen bir parça da anıldı.
St. Eustache’in efsanesi gerçekten de güzel oturur:
Eustache ve ailesi Hristiyanlığa geçmiş,
MS 118 civarında, ailesiyle birlikte şehit olarak ölmüş; aslanlara atılmışlardır.
Fakat aslanlar, kutsal aileyi yutmadılar.
Bunun yerine, bir bronz boğu öyle kızdırdılar ki, kızgın ateşte onları kavurdular.
Bu, hastanın bilmediği bir şeydir.
Bu tür geçmiş olayların rüyalarda ortaya çıkması, son derece açıklanması güçtür.
Sanki, bu hasta, benim kütüphanemdeki azizlerin takvimini aramış gibi.
Fakat bu, kriptomnezya vakası da olabilir; hasta, efsaneyi daha önce okumuş, fakat artık hatırlamıyordur.
Bunun gibi ünlü kriptomnezya vakaları da vardır.
Bundan sonra, rüyaların, henüz rüya görenin mevcut psikolojisinde algılanmayan, gelecekteki psişik özellikleri önceden haber veren vakalara değineceğim.
Yani, rüyanın içeriğinde, rüya görenin henüz mevcut psikolojisinde tanınmayan gelecek olaylara işaret eden unsurlar vardır.
Bu yön, rüya görenin gelecek faaliyetleri ya da durumlarına, şimdilik hiçbir temeli olmayan olaylara işaret eder.
Özellikle, çocuk rüyalarında, hayati gelecek olaylar şaşırtıcı bir biçimde önceden haber verilir.
Örneğin, biri, tren kazasında öleceğini rüyasında görürse ve sonra gerçekten de öldürülürse, bu mucizevi telepatik bir önsezi olabilir.
Bazen, rüya görenin, kişiliğinin gelecekteki oluşumuna ilişkin, mevcut durumda tamamen yabancı görünen, fakat gelişim süreçleri içinde önceden haber verici olan unsurlar vardır.
Böyle etkileyici rüyalar, rüya görenin hafızasında silinmez; bazen ömrü boyunca kalır.
Bir orta yaşlı kadın, kırk beş ile elli yaşları arasında, dördüncü yılında gördüğü çocukluk rüyasını anlatır:
Kendisi, sarhoş, kırmızı korseli yaşlı bir kadından kovalanmaktadır.
Böyle bir durum, o kadının çevresinde gerçek anlamda yaşanmamıştır.
O, saygın bir aileden gelmektedir; böyle şeyler kesinlikle mümkün değildir.
Ayrıca, o, Londra’da yaşamamaktadır; bu tür şeyler, oyunlarda görülebilir, fakat korunaklı bir kırsal ortamda değil.
Yedi yaşında, ikinci etkileyici rüyası ortaya çıkmıştır:
Beyaz çamaşırları yıkamak zorunda olduğu, kan dolu bir küvette yıkadığı rüya.
Burada tekrar kırmızı renk karşımıza çıkar.
Yedi yaşından itibaren, tipik olarak tekrarlayan, kaygı verici bir rüya vardır:
Özel bir evin bir salonunda bulunur.
Salonda, yan tarafında, hızla geçilmesi gereken küçük bir kapı vardır.
Fakat, aslında, o kapıdan girip, karanlık bir bodruma inmeniz gerektiğini bilir.
Sonra, bir rüyada gerçekten de olur:
Merdivenlerdeyken, aşağı inmek ister; kaygı onu ele geçirir.
Belirsiz bir şekilde, bir hayalet görür ve kaygı dolu bir çığlıkla uyanır.
Bu ev, Amerika’da yaşayan bir teyzenin evidir.
O, yirmi yıl önce orada bulunmuştu.
Bir tartışma sonrası, aile tamamen parçalanmıştı ve özellikle bu teyze ile ilişkisi son derece kötüdür.
O, yirmi yıldır onu görmemiş ve ondan haber almamıştır.
Ayrıca, teyzenin hâlâ o evde yaşayıp yaşamadığı ya da hayatta olup olmadığı konusunda bilgi sahibi değildir.
Ben, hastanın kız kardeşine sorduğumda, bu bilgiyi onayladı.
Hastaya, rüyayı ve tarihini yazmasını söyledim.
Üç hafta sonra, Amerika’dan, o teyzenin, tam da hastanın rüyasını gördüğü gün vefat ettiğini bildiren bir mektup geldi.
Bu, tipik bir rüyadır.
Böyle etkiler – her ne tür olursa olsun – genellikle mermi şeklinde gelir.
Size, ünlü “cadı mermisi”nden hatırlatıyorum.
Bu tür fikirler, Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında da bulunur:
Şifacı sizi “bir şeyle vurabilir” – mesela, bir buz parçası – sizi hasta etmek için.
Buna benzer fikirler, İngilizce, mistik Anna Kingsford hakkında yazılmış bir kitapta da yer alır.
Tibetlilerin de başkaları üzerinde kötü etki yaratabildiği söylenir.
Gönderdikleri şey, oval biçimdedir.
Burada, neyin iş başında olduğu bilgimizin ötesindedir; fakat genel kanaat buna işaret eder.
Ben, şüphecilik tahtına çıkıp, bunu bir dolandırıcılık ilan etmeye son derece karşıyım.
İlginç olan, bu tür şeylerin her yerde söyleniyor olmasıdır.
Bu fikir, örneğin, ölülerin ölü olduklarını bilmedikleri, onlara aydınlanmaları gerektiğini anlatan fikir kadar yaygın ve geniş kapsamlıdır.
Bağımsız olarak, bu fikir, ruhsalistler, ilkel topluluklar ve Tibet metinlerinde de bulunur.
Bardo Thödol’de, ölüye, gerçekten ölü olduğunu nasıl anlayacağını anlatan bir talimat vardır.
Burada ilginç soru şu:
Bunları nasıl açıklamalıyız?
Bu ifadelerin hangi ilkel unsurlara ait olduğu, bu ifadelerin hangi temel psişik faktörlere dayandığı açıklanmalıdır.
Şimdi, rüya süreçlerinin yalnızca fiziksel olaylardan değil, psişik olaylardan da kaynaklandığına değineceğim.
Bazen çevrede meydana gelen psişik olaylar, bilinçdışı tarafından algılanır.
Benim rüya koleksiyonumda, üç-dört yaşlarındaki bir çocuğun, iki melek geldiğini, yerden bir şeyler topladığını ve göğe gönderdiğini rüya gördüğü bir vaka vardır.
Bir başka çocuk, annesinin intihar edeceğini rüyasında görür.
Ağlayarak, çocuk, uyanık halde olan annesinin odasına koşar; o, intihar eşiğindedir.
Bu şekilde, çevreden gelen önemli psişik olaylar algılanabilir.
Devam İçeriği:
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Kommentare