Carl Jung: Rüya Yorumunda Psikolojik Tiplerin Problemi
- Nazlı
- 17 Şub
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Şub

Carl Jung: Rüya Yorumunda Psikolojik Tiplerin Problemi
(CW 18, Rüyalar)
Symbolic Life
Diğer tüm bilim dallarında, bir hipotezin nesnel bir varlığa uygulanması meşru bir yöntemdir. Fakat psikoloji, kaçınılmaz olarak, özneliteyi elden çıkarılamayacak şekilde iki birey arasındaki canlı ilişkiyle yüzleşmemizi gerektirir. Bu iki birey, seçilmiş bir temayı nesnel, tarafsız bir biçimde ele almayı karşılıklı olarak kabul edebilir; ancak tüm kişilik tartışmanın konusu olduğunda, iki öznel konu birbirine ters konur ve tek taraflı bir kuralın uygulanması mümkün olmaz. İlerleme ancak karşılıklı uzlaşı sağlanırsa mümkündür. Nihai sonucun nesnelliği, bireylerin ait olduğu sosyal ortamda genel geçer standartlarla kıyaslanarak belirlenebilir; ayrıca onların kendi ruhsal dengeleri ya da “akıl sağlığı” da hesaba katılmalıdır. Bu, nihai sonucun bireyin tamamen kolektivizasyonu olması gerektiği anlamına gelmez, çünkü bu en doğaüstü hâldir. Aksine, sağlıklı ve normal bir toplum, insanların alışılmışın dışında fikir ayrılıklarını sürdürebildiği bir toplumdur. Genel uzlaşı, içgüdüsel niteliklerin alanı dışında nispeten nadirdir. Fikir ayrılıkları, toplumda ruhsal yaşamın bir aracı işlevi görür; ancak bu bir amaç değildir, uzlaşı da eşit derecede önemlidir.
Çünkü psikoloji esasen dengeli zıtlıklara dayanır, hiçbir yargı, tersine çevrilebilirliği hesaba katmadan nihai kabul edilemez. Bu özelliğin nedeni, psişeyi kesin olarak tanımlayacak, onun ne olduğunu belirleyecek bir üst bakış açısının bulunmamasındadır. Hayal edebileceğimiz her şey, ruh hâlindedir, yani bilinçli temsiller halinde mevcuttur. Fiziksel bilimlerden dışarı çıkmak ise tüm zorlukların kaynağıdır.
Gerçekte var olan tek gerçek, bireydir; fakat ampirik materyali açıklamak ve sınıflandırmak için bazı genellemeler gereklidir, çünkü bireyleri tarif ederek hiçbir psikolojik teori formüle etmek ya da öğretmek imkânsızdır. Sınıflandırma prensibi olarak, anatomik, fizyolojik veya psikolojik olmak kaydıyla herhangi bir benzerlik ya da benzememe seçilebilir; bizim amacımız esas olarak psikolojiyle ilgili olduğundan, en yaygın ve kolay gözlemlenebilir gerçek olan, pek çok insanın dışa dönük, bazılarının ise içe dönük olduğudur. Bu terimler, günlük dile geçmiş olduğundan özel bir açıklamaya ihtiyaç duymaz.
Bu, seçilebilecek birçok genellemeden biridir ve rüyaları doğal sembollerin ana kaynağı olarak anlamaya çalışırken yöntemimizi tanımlamak için oldukça uygundur. Dediğim gibi, yorum süreci analistin ve analiz edilenin iki zihninin karşılaşmasından ibarettir, önceden belirlenmiş bir teorinin uygulanmasından değil. Analistin zihni, belki analiz edileninki kadar çok sayıda bireysel özelliğe sahiptir; bu özellikler önyargılar etkisi yaratır. Sadece doktor ve teori sahibi olduğu için analistin süper insan olduğunu varsayamayız; teorisinin ve tekniğinin mutlak hakikat olduğunu, psişenin tamamını kapsayabilecek nitelikte olduğunu varsayarsa kendini üstün sanabilir. Böyle bir varsayım kuşkusuz aşırıdır, dolayısıyla analist de gerçekten buna emin olamaz. Sonuç olarak, böyle bir tutumla analiz edilenin tüm insanlığı ile karşı karşıya gelmek yerine, onun canlı bütünlüğüyle yüzleşirken analist gizli şüphelerle boğuşacaktır. Bu durum yalnızca analiz edilenin kişiliğinin eşdeğeri değildir; aynı zamanda psikolojik deneyim ve bilgi, analistin sahip olduğu mesleki avantajlardan öteye geçemez, onu tartışmanın dışında tutmaz.
İki bireyin karşılıklı olarak sistematik rüya analizine tabi tutulması gerektiğinden, onların tutumlarının aynı olup olmaması büyük fark yaratır. Her ikisi aynı tipe aitse uzun süre uyum içinde yol alabilirler; fakat zıt görüşler varsa, özellikle kendi tiplerini farkında değillerse ya da tek doğru olduklarına inanırlarsa, çatışma hemen ortaya çıkar. Böyle bir hata kolaylıkla yapılır, çünkü birinin değeri, diğerinin değersizliği olarak görülür; biri çoğunluğun görüşünü benimser, diğeri de herkesin zevkine ters düşmesi nedeniyle reddeder. Freud bile içe dönük tipi, kendine aşırı kapılmış bir birey olarak yorumlamıştı. Fakat içe bakış ve öz bilgilenme de en büyük değere sahip olabilir. Dışa dönük olanın, durumu nasıl algıladığındaki vurgusu ile içe dönük olanın, durumun kendisini nasıl içselleştirdiği arasındaki, görünüşte ufak fark, rüya analizinde çok büyük rol oynar.
“Baştan aklınızda bulundurmalısınız ki; birinin değer verdiği şey, diğerine çok negatif gelebilir; birinin yüce ideali, diğerine iğrenç bir nesne haline gelebilir.”
Bu, tip farklılıklarının detaylarına indikçe daha da barizleşir. Dışa dönüklük ve içe dönüklük, insan davranışının pek çok özelliğinden sadece ikisidir; fakat bunlar çoğu zaman oldukça bariz ve kolayca ayırt edilebilir. Örneğin, dışa dönük bireyleri incelediğinizde, aralarında pek çok yönden farklılık olduğunu ve dışa dönük olmanın, gerçekten karakteristik olmak için yüzeysel ve çok genel bir ölçüt olduğunu görürsünüz.
Bu nedenle, uzun zaman önce, insan kişiliğinin görünüşte sınırsız varyasyonlarına düzen getirebilecek bazı temel özellikler aramaya başladım. Akıllarını kullanmaktan kaçınan, ama aptal olmayan bireylerin sayısının şaşırtıcı derecede fazla olduğunu, aynı şekilde aklını kullanan fakat inanılmaz derecede aptalca davrananların da eşit sayıda olduğunu fark ettim.
Ayrıca, duyularını hiçbir şekilde kullanmayı öğrenmemiş, gözlerinin önündekileri görmeyen, kulaklarında duyulan kelimeleri işitmeyen, dokunduklarını ya da tattıklarını fark etmeyen pek zeki ve uyanık insanlarla karşılaştım; bedenlerinin farkında olmadan yaşıyorlardı.
Diğer yandan, kendini “tamamlanmış” sanan, değişim görünmezmiş gibi davranan, ya da dünya ve psişenin durağan kalacağına inanan kişiler vardı. Onlar, hayal gücünden yoksun, tamamen sadece duyusal algıya bağlıydılar.
Bu dört işlev (sensation, thinking, feeling, intuition) bilinç orientasyonunun sağlanmasında bariz araçlardır.Duyum (sensation), bir şeyin var olduğunu söyler; düşünme, onun ne olduğunu; hissetme, hoş olup olmadığını; sezgi, nereden geldiğini ve nereye gittiğini belirtir.Okuyucu, bu dört kriterin, irade gücü, mizaç, hayal gücü, hafıza, ahlak, dindarlık vb. diğer bakış açıları arasında yalnızca birer perspektif olduğunu anlamalıdır.Bunlarda dogmatik bir iddia yoktur; nihai psikoloji gerçeği olduklarını öne sürmezler; fakat temel doğaları, sınıflandırmanın uygun prensipleri olarak öne çıkar.Sınıflandırmanın, bireyleri yönlendirecek bir araç ve pratik bir terminoloji sağlamadıkça pek bir değeri yoktur.Ben, ebeveynleri çocuklara ya da eşleri birbirine anlatmam gerektiğinde, aynı zamanda kendi önyargılarımı anlamak için de türlere ayırmayı son derece yararlı bulurum.Dolayısıyla, başka bir kişinin rüyasını anlamak istiyorsanız, kendi eğilimlerinizi feda edip önyargılarınızı bastırmanız gerekir; en azından geçici olarak.Bu ne kolay ne de rahat bir iştir, çünkü bu, herkesin hoşuna gitmeyen ahlaki bir çabadır.Fakat kendi bakış açımı eleştirmeye ve onun göreceliliğini kabul etmeye çaba göstermezseniz, ne analiz edilenin zihni hakkında doğru bilgi edinebilir ne de yeterli içgörü kazanabilirsiniz.Hasta, en azından fikrimi dinlemeye ve ciddiye almaya istekli olmalıdır; aynı hak, aynı şekilde ona verilmelidir.Böyle bir ilişki, her türlü anlayış için vazgeçilmez ve kendiliğinden gereklidir; fakat terapi sırasında analistin teorik beklentilerinin tatmininden ziyade, hastanın anlamasını sağlamak daha önemlidir.Hastanın analiste karşı direnci mutlaka yanlış değildir; aksine, “uyum sağlamaması” onun üzerinde bir şeylerin “tıkalı” olduğunun işaretidir.Ya hasta, henüz anlamaya müsait bir noktaya gelmemiştir, ya da yorum uyuşmamaktadır.Başka bir kişinin rüya sembollerini yorumlamaya çalışırken, çoğu zaman anlayışımızdaki boşlukları projeksiyon yoluyla doldurma eğilimi bizi engeller; yani “benim düşündüğüm, partnerimin de düşündüğüdür” varsayımına kapılırız.Bu hatayı, rüya imgelerinin bağlamını belirleyip tüm teorik varsayımları bir kenara bırakarak önleyebiliriz—tabii, rüyaların bir şekilde mantıklı olduğunu öne süren keşif hipotezi dışında.Rüya yorumunda ne bir kural ne de yasa vardır, fakat genel olarak rüyaların telafi (compensation) amacı taşıdığı gözükür.En azından, telafi hipotezi en umut verici ve verimli hipotez olarak söylenebilir.Bazen, açık rüya başından itibaren telafi edici özelliğini gösterir.Örneğin, kendisi hakkında asla küçük bir fikir taşımayan bir hasta, yolda kenarda bir hendekte sendeleyen sarhoş bir dilenci rüyası görür ve rüyada şöyle der: “Bir adamın ne kadar aşağıya düşebileceğini görmek ne kadar berbat!”Açıkça, rüya, yüce benlik algısını sönümlemeye çalışıyordu.Ama bunun ötesinde, aile içinde, de asılsız, daha aşağılık bir kardeş vardı; alçakgönüllü olan, kardeşinin eksikliğini telafi ediyordu; hatta o kardeş, aynı zamanda kendiydi.Başka bir vakada, psikolojiden anlayışını çok önemli bulduğunu düşünen bir hanımefendi, toplumda ara sıra karşılaştığı bir kadını rüyasında sürekli görüyordu.Gerçekte, o kadını sevmiyordu; onu boş, sahte ve entrikacı buluyordu.Ama rüyada o kadına kardeş gibi yakın ve samimi davranılıyordu.Rüya, görünüşte, o kadının gölgesinde kaldığını anlatıyordu.
Kendisi hakkında çok belirgin bir fikri olduğu halde, kendi üstünlük kompleksi ve gölgeli motiveleri farkında değildi; bu tür sahte sahneler bir daha defa başkalarına atfediliyordu ama asla kendi entrikalarına.Sadece gölge tarafı değil, olumlu nitelikler de aynı şekilde bastırılabiliyor.Örneğin, her ne kadar kibar, özçekici ve alçakgönüllü gibi görünen, ama arka planda üstün niteliklerini başka biçimde ortaya koyan bir adam vardır.Onun yargısı iyi bilgilidir, yetkin ve görünüşte takdire şayandır; ancak bu, konuyla ilgili çok daha yüce bir bakış açısından ele alınabileceğini ima eder.Rüyalarında, sürekli olarak Napolyon ve Büyük İskender gibi büyük adamlarla karşılaşır.Açıkça aşağılık kompleksi, böylesi görkemli ziyaretlerle telafi edilmiş; fakat aynı zamanda rüyalar “Ben kim olmalıyım ki böyle parlak ziyaretçilere sahip olayım?” şeklinde eleştirel bir soru da ortaya çıkarır.Bu bakımdan, rüyalar, rüya görenin aşağılık kompleksine karşı bir antidot olarak gizli megalomani fikrini besler.Kendini farkında olmadan yücelten düşünce, etrafındaki hiçbir etkiye kapılamayacak kadar kendini bağışıklık kazandırır; derileri sanki delinir, böylece diğer insanlara karşı mesafede kalır.
Rüya, üstün yargısının gerçek yeteneklere dayanmadığını kanıtlamak zorunda değildir. Sadece “bin” olmayı, fakat ruhen steril, bekâr olmayı gösterir. Kendi önemine dair ipuçları yaymayı sever; ancak onun fiilen yaptıklarına dair bir anıt yoktur. Bu aptalca oyunu bilinçdışı biçimde oynar ve rüyalar, eski bir deyiş gibi: “Ducunt volentem fata, nolentem trahunt” (kader isteyeni yönlendirir, istemeyenleri sürükler) şeklinde ona geri yansıtır.
Napolyon’la gevezelik etmek ya da Büyük İskender ile konuşmak, aşağılık kompleksi olan bir adamın arzulayabileceği her şeyi onaylamaktır—arka planda yatan büyüklüğü onaylayan kapsamlı bir dilek tatmini.Bu, gerçekten istenen dilek tatminidir, fakat neden rüyalar açıkça bunu söyleyip, kurnazca aldatıcı geçişlerle ifade etmesin?Bu soruyu bana sık sık sordular, ben de sordum.Rüyaların, kesin bilgi vermekten kaçınması, beni sıklıkla şaşırtıyor.Freud, rüya görüntülerini çarpıtmak, onları tanınamaz veya aldatıcı kılmak için “sansür” adlı özel bir faktörün varlığını öne sürdü.Bu sayede rüya görenin uykusunu, hoş olmayan hatırlatmaların şokundan koruyacağını varsaydı.Fakat rüya, uykuyu koruyan bir unsur olarak pek olası görünmemektedir, çünkü rüyalar uykuyu sık sık bozar.Aksine, sanki, bilinçdışının ince içeriklerini ortadan kaldıran, ya da rüya görenin bilinçle yaklaşımının, o içeriği silme etkisi vardır.Bu “sub-liminal” (eşik altı) durum, Janet’in “abaissement du niveau mental” (zihinsel düzeyin düşmesi) olarak adlandırdığına denk gelir.Bu, psişik gerilimin düşmesi, bilinçdışı içeriklerin eşik altına inmesi ve bilinç durumundaki niteliklerini kaybetmesi demektir.Onlar, netlik ve kesinliklerini kaybeder, ilişkileri rasyonel ve anlaşılır olmak yerine belirsiz analogik hale gelir.Bu, yorgunluk, ateş veya toksinler nedeniyle ortaya çıkan tüm rüya benzeri durumlarda gözlemlenebilen bir fenomendir.Ancak gerilim arttığında, bu içerikler daha az eşik altı, daha belirgin ve dolayısıyla daha bilinçli hale gelir.Bilinçaltının uyku hâlinde, belirgin bir düşünce üretemeyeceğine dair hiçbir gerekçe yoktur, ta ki rüya anında, içeriğin bilinçli hale gelmesiyle birlikte; rüya, esasen eşik altı bir süreçtir, ancak ani bilinçleşme olursa belirgin bir düşünce ortaya çıkarır.Rüya, bilinç için son derece önemli noktaları atlamadan aktarır; tıpkı güneş tutulması sırasında yıldızların hafifçe parlaması gibi, bilincin kenarında belirir.Rüya sembolleri, büyük ölçüde bilincin kontrolü dışında kalan bir psişenin tezahürleridir.
Anlam ve amaç, yalnızca bilinçli zihnin ayrıcalığı değildir; yaşamın tamamı aracılığıyla işlerler.Organik oluşumlarla psişik oluşumlar arasında prensipte fark yoktur.Bir bitkinin çiçeğini üretmesi gibi, psişe de kendi sembollerini yaratır.Her rüya bu sürecin bir göstergesidir.Böylece, rüyalar, sezgiler, dürtüler ve diğer kendiliğinden olaylar yoluyla, içgüdüsel güçler bilincin faaliyetlerini etkiler.Bu etkinin iyi mi yoksa kötü mü olduğu, bilinçdışının gerçek içeriklerine bağlıdır.Eğer orada normalde bilinçli olması gereken çok fazla şey varsa, o zaman işlevi bozulur ve önyargılı hale gelir; gerçek içgüdülere dayanmayıp, bastırma ya da ihmal sonucu bilinçdışına atılmış nedenler ortaya çıkar.Bunlar, sanki normal bilinçdışı psişeyi örtbas eder ve onun doğal sembol üretim işlevini çarpıtır.
Bu nedenle, psikoterapi – rahatsızlığın nedenleriyle ilgilendiği için – genellikle hastadan hoşlanmadığı, utanıldığı veya korktuğu her şeyi daha veya az gönüllü olarak itiraf ettirmeye başlar.Bu, kilisenin eski itiraflarına benzer şekilde, modern psikolojik tekniklere de öncülük etmiştir.Pratikte ise, prosedür sıklıkla tersine döner; çünkü ezici aşağılık duyguları ya da ciddi zayıflıklar, hastanın daha derin karanlık ve değersizlikle yüzleşmesini son derece zor, hatta imkânsız kılar.Ben, hastaya önce üzerinde durabileceği pozitif bir temel vermenin daha karlı olduğunu, daha acı verici ve sarsıcı içgörülere girmeden önce bu temele ulaşmasının yararlı olduğunu sık sık gözlemledim.
Örneğin, “kişisel yücelme” rüyası, yani İngiltere Kraliçesi ile çay içmek ya da Papa ile samimi ilişkide olmak rüyası gibi örneklerde;Eğer rüya sahibi, kendisini üstün görüyorsa, bu durumda baskılayıcı bir müdahale uygun olacaktır; fakat eğer durum, zaten aşağılık duygusunun ağırlığı altında ezilmiş bir solucan gibi ise, değerlerinin daha da düşmesi eziyet olacaktır.
İlk durumda, indirgemeci bir tedavi önerilebilir ve çağrışım materyalinden, rüya görenin niyetlerinin ne kadar uygunsuz ve çocukça olduğu rahatlıkla ortaya konulabilir; bu niyetlerin, ebeveynlerine eşit ya da onlardan üstün olma arzusundan kaynaklandığı görülebilir.Ancak ikinci durumda, her olumlu özelliğin zaten değersizleştiği bir durumda, rüya görenin, tüm bunların üstüne, ne kadar çocukça, saçma hatta sapkın olduğunu göstermeye çalışmak hiç de uygun olmaz.Böyle bir prosedür yalnızca onun aşağılık duygusunu artırır ve tedaviye gereksiz bir direniş oluşturur.
Genel olarak uygulanabilir bir terapötik teknik ya da doktrin yoktur, çünkü tedaviye gelen her vaka, belirli bir koşuldaki bireydir.Dokuz yıl boyunca tedavi etmek zorunda kaldığım bir hastayı hatırlıyorum.Onu yılda sadece birkaç hafta görebiliyordum, çünkü yurt dışında yaşıyordu.Baştan gerçek sorunun ne olduğunu biliyordum, ancak gerçeğe daha yakınlaşma girişimi bile şiddetli bir tepki ve kendini savunmayla karşılanıyordu; bu, aramızdaki tam kopuşu tehdit ediyordu.İster hoşuma gitmiş olsun, ister olmasın, ilişkiyi sürdürmeye çalışmak ve onun rüyalarıyla desteklenen eğilimini izlemek zorundaydım; fakat bu, mantıklı beklentilere göre merkezi mesele tartışılmadan uzaklaşmaya yol açıyordu.Öyle ki, çoğu zaman hastayı yanıltmakla suçlamak üzere kendimi suçladım; fakat durumunun yavaş yavaş ancak netleşerek iyileşmesi beni onunla acımasızca gerçeği yüzleştirmekten alıkoydu.Onuncu yılda, hasta kendini tamamen şifa bulduğunu ve tüm semptomlardan kurtulduğunu ilan etti.Bunu duyunca şaşırdım ve ifadesini kuşkuyla karşıladım, çünkü teorik olarak tamamen iyileşmesi mümkün değildi.Şaşkınlığımı fark edince, o gülümsedi ve şöyle dedi:“Bana, nevrozumun acı verici nedeninden kurtulmam için azami nezaket ve sabır gösterdiğiniz için özellikle size teşekkür etmek istiyorum.Artık, bu konuyu size anlatmaya hazırım.Eğer bunu yapabilseydim, ilk danışmada size direkt söylerdim.Ama bu, sizinle ilişkimi yok ederdi; o zaman, ayaklarımın altındaki zemini kaybederdim, üzerinde duracak hiçbir şeyim kalmazdı.”Sonrasında yıkıcı derecede samimi bir itiraf yaptı; bu, tedavimizin izlediği tuhaf sürecin nedenlerini bana gösterdi.İlk şok o kadar büyüktü ki, tek başına yüzleşemedi.Bunun, ikimizin birlikte aşması gereken terapötik bir görev olduğunu anladım; teorik önvarsayımların gerçekleştirilmesinden ziyade.Böyle vakalardan edindiğim deneyimle, hastanın sunduğu materyal ve eğilimine göre hareket etmeyi, o vakaya uygun genel teorik yorumlara saplanmamayı öğrendim.Kırk yıllık insan doğasına ilişkin pratik bilgim, her vakayı yeni bir deneyim olarak değerlendirmeme yol açtı; öncelikle bireysel yaklaşımları aramam gerektiğini öğretti.Bazen çocukluk olaylarını ve fantezilerini dikkatle incelerim; bazen de en tepedeki konulardan başlamak zorunda kalırım, hatta bu, en olası metafizik spekülasyonlara dalmamı gerektirse de.Bu, rüya görenin dilini öğrenebildiğim ve bilinçdışının ışığa doğru ilerleyişini takip edebildiğim ölçüde değişir.Bazıları bir şeyi talep eder, bazıları başka bir şey.Böylece, bireyler arasındaki farklar ortaya çıkar.
Bu, sembollerin yorumlanmasında son derece geçerlidir.İki farklı birey neredeyse aynı rüyayı görebilir; fakat biri genç, diğeri yaşlı ise, onları rahatsız eden sorunlar da ona göre farklılık gösterecektir ve her iki rüyanın aynı şekilde yorumlanması saçma olur.Aklıma gelen bir örnek, geniş bir alanda atlı bir grup gencin olduğunu içeren bir rüyadır.Rüya gören, önde olup suyla dolu bir hendekten sıçrayarak sadece kenarından atlayabilmiştir.Diğerleri hendekten düşmüştür.Bu rüyayı bana anlatan genç, temkinli, içe dönük bir tipti ve macera konusunda çekingen davranıyordu.Ancak aynı rüyayı gören yaşlı adam cesur ve korkusuzdu, aktif ve girişimci bir hayat yaşamıştı.Rüya anında, yaşlı adam engelliydi, sakinleşemiyordu, hem doktoruna hem de hemşiresine çok sıkıntı veriyor, isyankar ve huzursuzluğu yüzünden kendini yaralıyordu.
Açıkça rüya, genç adama ne yapması gerektiğini, yaşlı adama ise hâlâ ne yaptığını anlatıyordu.Tereddüt eden genç cesaretlendirilirken, yaşlı adam bu sıçrayışı riske atmaya meyilli olurdu.Ancak, yine de, bu macera ruhu onun en büyük sorununu oluşturmuştu.Bu örnek, rüya ve sembollerin yorumlanmasının büyük ölçüde rüya görenin bireysel eğilimine bağlı olduğunu gösterir.Sembollerin yalnızca bir anlamı yoktur, hatta çoğu zaman bir çift zıttı da karakterize eder; mesela ünlü bir sembol olan “Stella matutina” (sabah yıldızı), hem Mesih’in hem de şeytanın sembolüdür.Aynısı aslan için de geçerlidir.Doğru yorum, imgelerle bağlantılı çağrışımlara ve rüya görenin zihinsel durumuna bağlıdır.
— Carl Jung, CW 18, ss. 216-226
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Comments